
Zihinlerin eşitliği
Jacques Ranciére, “Cahil Hoca”da bizlere Fransız edebiyat okutmanı Joseph Jacotot’nun eğitim konusunda çığır açan bir deneyini ve bu deneyden doğan devrimi anlatıyor.(1)
Jacotot 1815 yılında Hollanda Kralı’nın çağrısı üzerine Fransızca öğretmek üzere Belçika sınırları içindeki Leuven şehri üniversitesine gittiğinde bir zorlukla karşılaşmıştı. Sınıfındaki öğrenciler ile arasında ortak bir dil yoktu. Onlar Fransızca bilmiyorlardı (aslında o dili öğrenmek için oradaydılar). Jacotot da tek kelime Flamanca bilmiyordu. Ortak bir dilin yokluğu önce aşılmaz bir engel gibi görünüyordu. Ancak o günlerde yayımlanan Fenelon’un “Telemak”ının iki dilli bir baskısı Jascotot’un bu güçlüğü aşmasını sağladı. Kitabın karşılıklı sayfalarından birinde Fransızca metin, diğerinde de bunun Flamanca çevirisi yer alıyordu. “Cahil Hoca” Jacotot öğrencilerden karşılıklı sayfaları karşılaştırmalarını, belli bir yerden sonra Fransızca ne anladıklarını yazmalarını istemişti.
Deney, beklentilerini aşmıştı. Öğrenciler hiç bilmedikleri bir dili, Fransızcayı öğrenmişlerdi. Hocanın açıklamaları olmaksızın, kendi başlarına başarmışlardı bunu. İmlaları başlangıçta biraz bozuktu, ama olsun. Giderek düzeliyordu.
Ranciére’in de belirttiği gibi, koşulların zorladığı deneyden bir devrim doğmuş, yerleşik pedagojinin ilim sahibi hoca ile cahil öğrenci karşıtlığı üstüne kurulu mantığından bir kopuş gerçekleşmişti.(2) Jacotot öğrencilere hiçbir şey aktarmamış, hiçbir açıklama yapmamıştı. Onları kitapla baş başa bırakmıştı. Bütün yaptığı öğrencilerin öğrenme iradelerini harekete geçirmekti. Sadece bir talimat vermiş, bu talimatla da aslında öğrencilere zihinsel özgürleşmeye giden yolu işaret etmişti. Onlar da “Telemak”ın çift dilli baskısıyla ve öğrenme iradeleriyle bu güzergâhta el yordamıyla ilerlemişlerdi. Jacotat öğrenciler için öğrenmeyi bir oyuna dönüştürmüş, bunu yaparken de kendi zekâsını oyunun dışında tutmuştu. Zekâlar arasında bir bağlanma değil, iradeler arasında bir ilişki sözkonusuydu.
Ranciére’e göre açıklamaya dayalı eğitim zekâlar arasında hiyerarşi kuruyor, öğretmenin sözüne ayrıcalık tanıyor. Çocuğun anlama kapasitesinin kifayetsiz olduğu varsayımına dayanıyor. Buna göre öğretmen kavrayışı düşük öğrenciye akıl yürütmeyi öğretiyor. Bildiklerini öğrencilerine aktarıyor, onların dimağlarına kendi bildiklerini aşılıyor, zihinlerini şekillendiriyor. Öğrencinin zekâsı öğretmeninkine tabi kılınıyor. Bu bir tahakküm ilişkisi. Aynı zamanda, öğrenciyi aptallaştırıcı bir ilişki.
Jacotot’nun rastlantı sonuç bulduğu ve disiplinci eğitime alternatif olarak düşündüğü yöntem bütün zekâların eşit olduğunun kabulüne dayanıyordu. Bu deneyde kitap eşitlikçi bir ilişkinin kurulmasında aracı rolü oynamıştı.
Açıklayan bir öğretmen olmaksızın öğrenme öğrenen öznenin (öğrencinin) gücünü tanıması, yapabileceklerinin ölçüsünü anlaması bakımından önemli. Esasen böyle bir öğrenme her insanın hayatında yaşadığı bir deneyim. Hepimiz açıklama olmaksızın birçok şey öğrenmişizdir. En başta da anadilimizi. Küçük birer çocukken anadilimizi öğrenmemiz dünyayı tanıma istediğimizle dünyayı keşfetme çabamızla ilgili. Dolayısıyla Jacotot’nun yöntemi aslında öğrenmenin en eski ve en yaygın yolu. Ranciére bu nedenle sözkonusu yöntemi “evrensel eğitim” olarak niteliyor.
Açıklayan öğretmen öğrencinin kendi yolunu bulmasını engeller. Onu “doğru yol”a sokar. Bu “toplumsal çimento” yaratma yoludur. Hâlbuki insanların zihinleri eşittir, ama farklı düşünürler. Ranciére’in ifadesiyle bu anlamda birbirlerinden uzak varlıklardır.(3)
Onları biraraya getiren de uzaklıklarıdır. Birbirlerinden farklı düşünseler de birbirlerine anlamak isterler, anlayabilmek için de yakınlaşırlar.
(1) J. Ranciére, Cahil Hoca: Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders, çev. S. Kılıç, Metis Yayınları, 2014.
(2) A.g.y. s.20
(3) A.g.y. s.62
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: