
Vatikan ve diplomasi
Rivayet olunur ki Stalin bir vesileyle Papalığı ve onun etkisini küçümsemek için “Papa mı? Kaç tabur askeri var ki?” demiş. Gerçekten de Vatikan’ın (rengârenk kıyafetleri içinde ellerinde mızraklar taşıyan İsviçreli muhafızları saymazsak) ne kendine ait bir ordusu var, ne de Ortaçağ’da olduğu gibi bir fermanla Haçlı Orduları toplayacak gücü. Ancak bu durum dünya siyasetinde hiç varlık göstermediği anlamına da gelmiyor.
Vatikan, Roma şehrinin içindeki 44 hektarlık bir alana sıkışmış, daimi nüfusu 800’ü geçmeyen, dünyanın en küçük devleti. Papalığın tarihi Milat’tan Sonra I. Yüzyıl’a kadar uzanıyor. Ancak bugünkü hâliyle Vatikan, 1929 yılında Papa’nın İtalyan hükümeti ile imzaladığı bir anlaşmayla ortaya çıktı. Papalığın bağımsız bir devlet olarak yapılandırılmasının sebebi ise Kilise’nin siyasi bağımsızlığının ve tarafsızlığının garanti altına alınmasıydı. Bu mini- devletin elbette esas gücü, toplam sayıları 1 milyarı aşan Katoliklerin ruhani merkezi olmasından kaynaklanıyor.
Bir taraftan dünyanın dört bir yanındaki Katoliklerle bağlarını korumak, diğer taraftan da bu cemaatlerin yaşadığı ülkelerin hükümetleriyle temasta olabilmek için, Vatikan çok yaygın bir diplomatik ağ geliştirmiş durumda. Papalık 180 ülkeyle diplomatik ilişki sürdürüyor ve aynı zamanda Birleşmiş Milletler başta olmak üzere onlarca uluslararası kuruluşun ya üyesi ya da gözlemcisi. Bu sayede, örneğin tam üye olduğu kuruluşlar bünyesinde kaleme alınan uluslararası sözleşmeler hakkında herhangi bir devlet kadar söz sahibi.
Askerî ya da ekonomik bir ağırlığı olmayan Vatikan, uluslararası siyasette her şeyden önce diyalog ve ikna yeteneğine dayanmak zorunda. Vatikan’ın kendine özgü ulusal çıkarlarından da söz edilemeyeceğine göre diplomatik faaliyetlerinin amacı, her şeyden önce dünyadaki Katoliklerin haklarının korunması ve Katolik Kilisesi’nin temel değerlerinin savunulması şeklinde açıklanıyor. Vatikan’ın uluslararası siyasette gözettiği “her kesime eşit mesafede olma” kaygısı, Vatikan temsilcilerinin zaman zaman önemli arabuluculuk faaliyetlerine girişmesini de sağlıyor. Örneğin Latin Amerika devletleri arasındaki bazı sorunların çözümünde “Nuncio” olarak adlandırılan Vatikan Büyükelçilerinin oynadığı rol bir sır değil. Vatikan temsilcilerinin saygınlığı sadece tarafsızlıklarından değil, aynı zamanda yerel Katolik cemaatleri korumasız bırakmamak adına ne olursa olsun görev yerlerini terk etmeme ilkesinden de kaynaklanıyor. Örneğin 2003 yılındaki bombardıman ve ardından yaşanan işgal döneminde Irak’ın başkenti Bağdat’ı terk etmeyen tek yabancı diplomat Vatikan’ın bu şehirdeki temsilcisi olmuştu.
Özü itibariyle dinî karakteri olan ve şeffaflıktan da bir hayli uzak bu devletin diplomatik faaliyetlerinin kuşku yarattığı ve komplo teorilerine yol açtığı durumlar da olabiliyor. Bu durum özellikle kapalı rejimler için geçerli. Soğuk Savaş döneminde mevcut rejimlere adeta muhalif bir yapılanma olarak görülen Katolik Kilisesi Doğu Avrupa’da baskıyla karşılaşmış, Vatikan sık sık üzerine vazife olmayan işlere karışmakla itham edilmişti. Bugün de örneğin Çin, Vatikan’la diplomatik ilişki kurmayı reddediyor. Üstelik Pekin yönetimi, kendi ülkesindeki Katoliklerin Papa’yla bağlarını koparmak için Vatikan’a bağlı olmayan bir “ulusal kilise” oluşturmuş durumda.
Türkiye’yi ziyaret eden ilk Papa olan VI. Paulus’u 1967’de ağırlayan dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, anılarında Vatikan’dan “Adeta bir rasat kulesi. Oradan bütün dünya görünür” diye söz eder. Bu tüm dünyanın da orayı gördüğü anlamına geliyor tabii. Bu gerçek, Vatikan’ın yaptığı açıklamaların ya da değişik konulardaki diplomatik tavırlarının etkisini hesaplamakta belki yardımcı olabilir.