Cuma , 29 Mayıs 2015
Anasayfa » Yazarlar » Şu seçim hayırlısıyla bir bitse!
Şu seçim hayırlısıyla bir bitse!

Şu seçim hayırlısıyla bir bitse!

Baktı ki bıktırıyor.

 

Hemen tülün arkasına kaçıverdi.

 

O konuştukça, AKP’nin oyları düşüyormuş.

 

Oysa eskiden yükselirdi.

 

Eee, nerden nereye!

 

Daha dur, bunlar iyi günler!

 

O nedenle teşekkür mitinglerinden vazgeçesi imiş.

 

Teşekkür zaten işin numarasıydı.

 

Nasıl ki eski zaman monarkları kâhinlere sormadan şurdan şuraya adım atmazlardı, şimdi bizimkisi de dizinin dibinden ayırmadığı anket şirketlerinin fikrini almadan yatağından çıkmıyor.

 

Kaçaksaray’ın Rasputin’i kim acaba?

 

Jöleli desek, fazla mı önemsemiş oluruz?

 

Kimbilir onlara ne masraflar ediyordur?

 

Sadece buna bile dudağımız uçuklar.

 

Her neyse…

 

Miting yapmayacak ama boş da durmayacak.

 

Öyle görünüyor.

 

Hele bir de Davutoğlu’nun, kampanyanın daha ilk gününde, “AKP Seçim Bildirgesi” kitapçığını almış eline Binbir Gece Masalı okur gibi okuduğunu görmüşse, iyice köpürmüştür artık.

 

O-hooo, bu işler ona kaldıysa yanmışız, demiştir.

 

Zaten son zamanlarda o bayramlık ağızlarıyla vaziyetin vahametini gevelemeye çalışan anketçilerin, ele ne geçerse kafalarına kafalarına indirmek vardı ya; lâkin sarayın eşyalarını şimdiden kırıp dökmeye başladı diye dedikodu çıkaracaklar korkusuyla zor tutuyor kendini.

 

Şu Fuat Avni de yakalanamadı gitti, vesselâm!

 

Rüyalarına ha bire birileri girip çıkıyor ama hangisidir, herifi tanımıyor ki!

 

İyi ki şu Paralel Yapı hikâyesini uydurdu da, hepimize ilâç gibi geldi ama daha nereye kadar?

 

Keşke, diyorum, kırk yıl önce keşfedilseydi de ne cürüm varsa hepsinden kurtulsaydık.

 

Milletçe ne rahat ederdik.

 

Yani o yüzden sermayeyi artık kediye yükleyemez. Onun yapacağı trafo mrafo, ancak işte o kadar!

 

Durumu kendi hâline de bırakamaz.

 

Vatan mevzubahis be!

 

Biliyorsunuz; Allah onu, bizi adam etsin diye gönderdi.

 

Misyon kesintiye uğratılamaz.

 

Bu uğurda her şey mubahtır.

 

Kitapta yeri var!

 

Peki, o zaman gidişatı nasıl kontrol edecek?

 

Madem görünmesine tahammül edemiyorlar, o da görünmeden kontrol edecek.

 

Yapılacak iş belli:

 

Sandıkta sarpa sarmamak için, PKK maniple edilmek suretiyle HDP’nin barajı aşamaması gerekiyor.

 

Nitekim, sadık bende Efkan Âlâ’nın, geçen günkü Ağrı olayları vesilesiyle bir ara periskopu oralarda bir yerde su yüzüne çıkıverdi.

 

Artık ne bakan, ne bi’şey; ama “git bak bakalım” tertibinden vazifeli olduğu gayet açık.

 

Hâlbuki bu ülkenin seçim süreci münasebetiyle, sözümona partisiz ve tarafsız bir İçişleri bakanı yok mu?

 

Ne ki onu tanıyan, gören ve sesini duyan var mı?

 

Zinhar, askere de kızmayın!

 

Bakın çok az yerim kaldı; bari size şu kadarını anlatayım da biraz ufkunuz açılsın.

 

Nasıl ki her gördüğünüz sakallıyı dedeniz sanmayacaksanız, her gördüğünüz üniformalıyı da artık o bildik askerlerden sanmamalısınız.

 

Zira o gördüğünüz jandarmalar, hâlen asker olmakla beraber, artık doğrudan doğruya İçişleri Bakanlığı’na bağlılar.

 

Sizin anlayacağınız bir dille söylersem; şimdilik diğerleriyle, belki sadece elbiseleri aynı yerde dikiliyor, tayınları aynı fırında pişiyordur, o kadar.

 

Hani PKK’lılar, dağda bayırda kentte “keleş”leriyle dolaşarak, yol kesip kontrol yapıyorlar ve siz de hiddetle “nerdesin ey Necdet Paşa” diye bar bar bağırıyorsunuz ya; hiç boşuna dellenmeyin.

 

Onun yetkisi filan yok!

 

Yetki epeyidir İçişleri Bakanı ve valilerdedir.

 

Ne zaman tetikler çekilir,

 

keleşler, tüfekler patlar,

 

jandarma ateş yer, karşılık verir;

 

işte ordu ile jandarmanın ilişkisi, askerî harekât bakımından ancak o zaman başlar.

 

Hani karakola gidersiniz;

 

şikâyetçiyim, falanca kişi bana bıçak çekti, dersiniz de polis oralı olmaz;

 

hele o bıçağı sana bir daldırsın, ondan sonra gelirsin, diyerek sizi başından savar ya;

 

bu da aynen öyle işte!

 

Yani karışmasına meraklı olduğumdan değil, sadece bilinsin diye söylüyorum; o noktaya gelinmedikçe, asker jandarmaya karışamaz.

 

Şaka falan etmiyorum haaa!

 

Şaka gibi olan: Türkiye!

 

Hep söyledim, gene söylüyorum:

 

Bu ülkenin bir sürü sorunu var ama temel sorunu Erdoğan’dır.

 

Şimdi de biliyorsunuz, “beni başkan yapın ki, karar alma sürecim kısalsın, kolaylaşsın” diye bastırıyor.

 

İşimizi bitirmesi uzun sürdü galiba!

 

[email protected]

twitter@cinarnamik

 

*

Not:

Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz:

http://arsiv.taraf.com.tr

Etiketler:

Hakkında Namık Çınar

Namık Çınar
1949'da Tekirdağ'da doğdu. İlkokuldan sonra Selimiye Askeri Ortaokulu, Erzincan ve Kuleli Askeri Liseleri, Kara Harp Okulu ve Piyade Okulu'nda okudu. 12 Mart'ta teğmenken komünistlikle suçlanarak ordudan atıldı. Hakkında ceza davası açıldı. Genelkurmay Askeri Mahkemesinde yargılanıp aklanınca TSK’ya yeniden döndü. Fakat 12 Eylül rejiminin baskısıyla yüzbaşı iken istifa ederek ordudan tekrar ayrıldı. Ticaret yaptı. Subayken bir ara 'Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde okudu. Halen 'İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi' öğrencisidir. Beş yıldır da TARAF'ta yazıyor, bağımsız bir yazar olarak birikimlerini bir görev bilinciyle aktarıyor.