
Soykırım ve modernlik
Zygmunt Bauman başta olmak üzere bugün Holokost üzerine yazan pek çok yazar, düşünür bu dehşet verici olayın modern uygarlığın yüksek bir aşamasında gerçekleşmiş olmasına dikkat çekmekte, bunun nedenlerini araştırmakta, uygarlığımızın doğası hakkında görüş bildirmekte. Auschwitz, modern dünyanın orta yerinde en yeni teknolojilerden yararlanarak inşa edilmişti. Tahayyül gücünü aşan kitlesel katliamlar Aydınlanmış Avrupa’da, modernlik adıyla andığımız toplumsal ve kültürel iklimde vuku bulmuştu.
O zaman şu soruları cevaplamak gerekiyor: Holokost ve diğer kitlesel katliamlar, etnik şiddet modern uygarlığımızdan bir sapma mı, yoksa onun bir parçası, bir uzantısı mı? Modern toplumların tarihinde neden böylesi dehşet verici olaylar yer alıyor?
Modern uygarlık ile şiddetin birbirinden uzak olduğunu düşünmek çok yaygın bir yanılgı. Michael Mann kapsamlı incelemesinde çok açık bir ifadeyle, etnik temizliğin “esasen modern” olduğunu, modernliğin “merkezinde yer alan bir sorun” olduğunu belirtiyor. Kitlesel kıyımların, cinai temizliğin modernliğe hiç de yabancı olmadığını vurguluyor.(1)
Etnik temizlik özellikle modern bir siyasi örgütlenme biçimi olan ulus-devletin inşası sürecinde yükselen milliyetçiliğe bağlı olarak gerçekleşen kitlesel cinayetler, toplu katliamlar dizisi. Bir başka ifadeyle etnik temizlik modern devletin örgütlenme biçimiyle ilgili.
Ancak bu noktada Michael Mann’ın savını şöyle değiştirmek istiyorum: Etnik temizlikler, geçen yüzyılda gerçekleşen ve bu tanıma uyan korkunç kitlesel katliamlar salt modernliğin değil, ilkel kabilecilikle, daha doğrusu ilkel kabilecilik düzeyinde bir milliyetçilikle iç içe geçmiş bir modernliğin sonucu. Ulus-devletin inşa sürecinde, bu sürece damga vuran modernleşme projelerinde böyle bir iç içeliğe sık rastlanıyor.
Bu Türkiye’de İttihat ve Terakki’nin başlattığı, Kemalist iktidarın ve bu iktidarın siyasi örgütü Cumhuriyet Halk Fırkası’nın sürdürdüğü modernleşme projesi açısından da geçerli. Etnik baskı ve kıyım bu projenin de özünü oluşturur.
İttihatçılar Anadolu’yu etnik azınlıklardan arındırma politikalarını en kanlı biçiminde Ermenilere uyguladılar. 1915 Ermeni soykırımı İttihatçıların ilkel, kabileci bir boyut içeren modernleşme projeleri içinde gerçekleşti. İdeolojilerinde etnik milliyetçilik esastı. Kitlesel cinayetlere yol açan bir milliyetçilik türü.
Hannah Arendt, pan hareketlerde içkin olan kabilecilik anlayışının da etnik temizliklerdeki, soykırımlardaki rolüne dikkat çeker. Pan Cermenliğin, Nazilerin kitlesel kıyım politikalarını nasıl biçimlendirdiğini hatırlatır.(2) Kuşkusuz, İttihat ve Terakki’nin Pan Türkçülüğü de Ermeni soykırımının ortamının, koşullarının oluşmasında etkili olmuştur. Onlar kabilecilik düzeyinde bir milliyetçilik anlayışını olabildiğince derinleştirdiler, milliyetçi hissiyatı şiddete olabildiğince açık ve hazır hâle getirdiler. İleride Nazizm’i de besleyecek olan kökenselliğe dayalı bir milliyetçilikti bu.
İttihatçılar çözülmekte olan imparatorluğun ayrılıkçı, milliyetçi akımlarına karşı kendi milliyetçilikleriyle tepki verdiler. Cinai temizliğe varan bir etno-milliyetçilik geliştirdiler. Onların çok-etnili bir haneden imparatorluğundan modern siyasal örgütlenmeye geçiş çalışmalarına, homojen bir ulus-devlet yaratma çabalarına bu etno-milliyetçilik yön verdi. Osmanlı hanedan imparatorluğu kuşkusuz tam anlamıyla çokkültürlü değildi, ama homojenleştirmenin de peşine düşmemişti.(3) Osmanlı yönetimi itaat ettikleri, saldığı ağır vergileri ödedikleri müddetçe tebaanın etnik kökenine bakmıyordu.
İttihatçıların başvurdukları türde homojenlik sağlama politikaları Cumhuriyet döneminde, bu kez Kemalist iktidarca sürdürüldü. Cumhuriyetin modernleşme çabalarının merkezinde Türklük temelinde homojen bir nüfus, bir ulus yaratma hedefi yatıyordu.
Bürokratik ve askerî niteliğe sahip Cumhuriyet, İttihat ve Terakki’den pek çok şey devraldı. O da ulusu etnik bir temelde tanımladı. Kurucu ideoloji Kemalizm’in ve Cumhuriyet Halk Fırkası’nın prensiplerinden biri olan milliyetçilik, “Biz doğrudan milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz” sözleriyle formüle ediliyordu. (1923 yılında kabul edilen ilke.) Mahmut Esat Bozkurt’un “Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı” sözü ise genç Cumhuriyet’in ideolojisindeki etnik milliyetçiliği ve bu anlayışın şiddete ne denli açık olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Michael Mann modern dönemde, ulus-devletlerin inşa çağında halk’ın ethnos’a dayalı, etnik öze ve temele sahip özsel bir topluluk olarak anlaşıldığını ve öyle tanımlandığını belirtir.(4) Ethnos olarak halk anlayışının organik halk anlayışıyla da sıkı bağları var. Etnik temelli özsel topluluk ve organik bir bütün olarak halk anlayışı dışlayıcıdır. Bu tanım azınlıklara ve bütünlüğü bozan unsurlara karşı ağır baskı, gerekirse şiddet ve imha politikalarının uygulanmasına izin verir. Hattâ bu soy politikaları zorunlu kılar.
Tek etnik kökenden gelen, tek gelenek kümesine bağlı, tek dil konuşan organik bir bütün olarak halk anlayışı 1930’larda totaliter devlet teorisinde yer bulmuştu. Kemalist iktidarın dayanakları arasında yer alan halkçılık anlayışı ethnos temelli, organik bir halk anlayışıydı. Cumhuriyet’in kurucusu olan askerî elit zümre ulus-devlet idealini böylesi bir halk ve halkçılık anlayışıyla gerçekleştirmeye çalıştı. Osmanlı’daki etnik çoğulcu yapıya karşı İttihatçıların benimsediği etno-milliyetçi değerler Cumhuriyet’in ideolojisinde de belirleyici oldu, Cumhuriyet’in özellikle erken dönemindeki Türkleştirme politikalarını yönlendirdi. Bu politikaların en acımasızı 1937-38 yılları arasında Dersim’de uygulandı. Genç Cumhuriyet’in silahsız sivil halkı, kadın ve çocukları da kapsayan katliamı.
(1) M.Mann, Demokrasinin Karanlık Yüzü: Etnik Temizliği Açıklamak, çev. B.O. Doğan, İthaki Yayınları, 2012, s.4
(2) H.Arendt, Totalitarizmin Kaynakları/2: Emperyalizm, çev. B.S. Şener, İletişim Yayınları, 1998 , s.179-188
(3) M.Mann, a.g.e. s.73
(4) M.Mann, a.g.e. s.5
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: