Perşembe , 28 Mayıs 2015
Anasayfa » Yazarlar » Sömürge valisi ve yavrusu
Sömürge valisi ve yavrusu

Sömürge valisi ve yavrusu

SÖMÜRGE valisi edasıyla konuşmak” deyimi hemen bütün dillerde mevcuttur.

 

Zaten çok muhtemelen de bunlardan birisi aracılığıyla Türkçeye mal olmuştur.

 

Evrensel lügatte kalıcılık kazanması ise modern anti-kolonyalizmin ortaya çıkışına, yani yine muhtemelen 20. yüzyılın ilk yarısında uzanır.

 

***

 

MALÛM, sözkonusu ifade muhatabını aşağılamak, onu hor ve hakir görmek, kendi tahakkümünü hem dayatmak, hem de hatırlatmak gibi bir dizi anlamı aynı anda ihtiva ediyor.

 

Dolayısıyla da, asgari bir edep bu tarzın değil uluslararası ilişkilerde, insani ilişkilerde dahi yer almamasını bir adab-ı muaşeret, bir terbiye, bir centilmenlik kuralı hâline getiriyor.

 

Aksi takdirde, “sömürge valisi” tutumu en hafifinden görgüsüzlük, en ağırından ise savaş gerekçesi oluşturabilecek bir hakaret ve bir provokasyon addedilir.

 

Tıpkı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni KKTC’de cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya “Sen Yavru Vatan’sın ve öyle kalacaksın” diyerek “haddini bildirmesindeki” (!) gibi…

 

***

 

BEN bu “yavru yatan” lâfını ellili yılların ortasında, Ada’nın bağımsızlığına çomak sokan İngilizlerin kasten Türkiye’yi de işin içine kattığı ilk Kıbrıs patırtısı sırasında işitmiştim.

 

Zaten 1955 Rum pogromu da o “yavru”dan (!) anaya sirayet eden ilk veba salgınıdır.

 

Sonra aynı ifade bütün atmışlı yıllar boyunca “Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır”, “Ya taksim, ya ölüm”, “Kara Papaz Makarios” sloganlarıyla birlikte kulağıma kazındı.

 

1974 çıkartması ertesindeki askerliğimde ise her sabah “Kıbrıs’ı alırız, Rumları s….z” diye anırarak talim koşusu yapmak zorunda bırakıldım.

 

***

 

ADA’daki çıkmazın esas sorumlusu olan ve gücünü “en iyi çözüm, çözümsüzlüktür” şiarı etrafındaki yarı-militarist– yarı-mafya bir Ankara lobisinden alan; zaten de şantajla Türk diplomasisini parmağının ucunda oynatan Rauf Denktaş yukarıdaki durumdan çok hoşnuttu.

 

Bu kasaba avukatı, bu küçük derebeyi, bu “Mister No” uluslararası planda olmayan ve özünde kendisi için biçilen KKTC kaftanını muhkem zırhla donatarak tasallutunu sürdürdü.

 

Ta ki, yine aynı Denktaş’ın taş koymasına rağmen gerçekleşen ve ilk kez AKP iktidarının olumlu ve yapıcı yaklaşımıyla hayata geçen 2004 “Annan Planı” referandumuyla Türkiye o “en iyi çözüm, çözümsüzlüktür” statükosundan vazgeçtiği müjdesini versin!

 

***

 

RUM kesimi planı reddetmiş olsa bile ne sevinmiştik! Ne desteklemiştik!

 

Gerçi 2003 Mart’ındaki Lahey restiyle “Mister No” Güney Lefkoşa’ya AB üyeliğini kendi eliyle hediye etti ama referandumdaki yaklaşım hem Türkiye’nin, hem de Türk tarafının 1964’ten beri uluslararası camiaya yansıtmakta olduğu olumsuz imajı son derece hafifletti.

 

1974 çıkartmasına ilk kez “işgal” yerine “müdahale” denilmeye başlandı.

 

Başka bir deyişle, Ankara’nın “Yavru Vatan” üzerinde “sömürge valiliği” uyguladığı yönündeki haklı tezler meşruiyetini epey yitirdi ki, işte bugüne geldik.

 

***

 

VE işte o bugün Recep Tayyip Erdoğan KKTC lideri Mustafa Akıncı’ya “Eşitlik de neymiş, sen Yavru Vatan’sın” diyerek her şeyde olduğu gibi Kıbrıs konusunda da köhne statükonun “çözümsüzlük, en iyi çözümdür” resmiyetine döndüğünü ortaya koyuyor.

 

Cumhurbaşkanı bir sömürge valisi edasıyla “had bildiriyor”. Tahakküm hatırlatıyor.

 

Ancak bu defa karşısında her türlü çözüme zaten baştan “hayır” diyen, hattâ sömürge valisini bile buna zorlayan bir küçük derebeyi, bir kasaba avukatı, bir “Mister No” yok!

 

Yeni bir Kıbrıs Türk kesimi var ve o Kıbrıs lâfta “yeni” (!) özde eski bir Erdoğan Türkiye’sine ebedi “yavru” kalmak istemiyor ki, hatırlatayım, sömürgeler çağı çoktan bitti…

 

[email protected]

 

*

Not:

Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz:

http://arsiv.taraf.com.tr

Etiketler:

Hakkında Hadi Uluengin

Hadi Uluengin