
Rönesans ve avangart
Manfredo Tafuri yirminci yüzyılın ikinci yarısında mimarlık tarihi konusunda en ilginç ve en heyecan verici savları ileri sürmüştü. 1960’ların başından 1994 yılında zamansız ölümüne değin geçen süre içinde modern mimarinin gelişimine ve ideolojisine, avangardın estetik ve politik hedeflerini yerine getirmede neden ve nerede başarısız olduğuna, modern mimarideki ütopyacı projelerin nasıl kapitalist rasyonalitenin araçları hâline geldiklerine dair birçok yazı kaleme aldı, kitapları yayımlandı.(*)
İlk kez İtalya’da 1968’de yayımlanan Mimarlık Teorileri ve Tarihi başlıklı kitabından itibaren özgün bir tarihsel perspektif ortaya koydu, ama aynı zamanda karamsar bir vizyona sahip olduğu da söylendi. Tafuri’nin tarih anlayışı yasalara bağlı çizgisel ilerlemeyi reddeder, olumsallığı ve dolayısıyla geleceğin belirsizliğe açık olduğu kabulüne dayanır. Vizyonunun karamsar olduğuna ilişkin eleştirinin bir nedeni buradadır. Karamsarlığının bir başka nedeni de , kapitalizmin her türlü direnişi ve eleştiriyi bünyesinde eritici ve etkisizleştirici bir güce erişmiş olduğunu görmesiydi. Özellikle neo-avangart olarak adlandırdığı İkinci Dünya Savaşı sonrasının yenilikçi olma iddiasında hareketlerinin “küçük özel odaların konforuna” sığındıklarını, toplumsal bir gündeme sahip olmaktan kaçındıklarını, mimarların kapitalist metropolde toplumsal bir rol üstlenmeyi reddettiklerini ileri sürüyordu.
Tafuri’nin erken denebilecek bir dönemde ele aldığı ve bu anlamda öncülük yaptığı konular günümüzde artık sıkça tartışılsa da Tyrus Miller’ın da belirttiği gibi onun “metatarihsel metodolojisi” güncelliğini koruyor.
Tafuri’ye göre mimarlık tarihi bir dilin, bir üslubun diğerini düz çizgisel bir biçimde izlediği teolojik bir şemaya göre gelişmez. Teorik ve ideolojik düzeylerde sürekli mücadele ve gerilim sözkonusudur. Mimarlığın özerk sanatsal karakteri ile teknik ve işlevsel boyutları arasında bir gerilim dolayısıyla mimarlık bir kriz alanıdır.
Modern mimariyi ele alırken uzun bir geçmişe geri döner. Onun düşüncesine göre İtalya’da modern mimarlığın kökleri erken Rönesans’a, Quattrocentro dönemine değin uzanır. Tafuri, “Rönesans modernizmi”nden söz eder. Erken Rönesans’ın en önemli sanatçılarından biri olan ve Antik Yunan’dan itibaren gelişen geometri konusunda yetkinleşen ve bu bilgisine dayanarak perspektifi icat ettiği kabul edilen Brunelleschi’nin deneyci bir tekniğe dayanan mimari eserlerini “Rönesans modenizmi”nin en önemli örnekleri sayar. Gerçekten, Brunelleschi’nin Floransa Katedrali’ne (Santa Maria del Fiore Kilisesi’ne) yaptığı çift çeperli dev kubbe, kubbenin tepesindeki sekizgen fener kentin siluetinde belirleyici olmuştur. Brunelleschi geçmişin fragmanlarından yararlanmış, mimari dilinde geçmişi alıntılamış ve bir tür montaj gerçekleştirmişti. Ortaçağ şehirlerine geçmişin kalıntılarıyla meydan okumuştu.
Tafuri Mimarlık Teorileri ve Tarihi’nde bir şok anından söz eder. Bu, tarihin olumsuzlandığı andır. Brunelleschi’nin eserlerinde cisimleşmiştir bu olumsuzlama. O, bunu tarihi reddeden yirminci yüzyıl avangartlarından çok önce gerçekleştirmiştir.
Brunelleschi’nin imzasını taşıyan San Lorenzo ve Santo Spirito kiliseleri, Floransa Katedrali’nin kubbesi ortaçağ şehirlerinin düzeninden, siluetinden kopan “otonom ve mutlak mimari” eserlerdir. Brunelleschi bu yapıları kurarken geçmişin dilini tarihten söküp koparmış, geçmişin fragmanlarından yeni bir dil inşa etmişti. Alıntı ve göndermelerden oluşan bu yeni dili inşa ederken bazı tarihsel değerleri gözden çıkarması gerekli olmuştu.
(*) Tafuri’nin kuramı, düşünceleri konusunda Esra Akçan’ın, Emre Özyetiş’in ve daha başka genç akademisyenlerin değerli ve önemli çalışmalar gerçekleştirdiklerini belirtmek isterim.