
Rejimin otoriterleşmesi
CHP Araştırma, Bilim ve Yönetim Platformu (ABYP), “AKP İktidarı ve Rejimin Otoriterleşmesi” başlıklı bir çalışma hazırlamış. Bu vesileyle Prof. Sencer Ayata’nın basına yaptığı sunumu izleme fırsatı buldum. Prof. Ayata, konuyla ilgili kuramsal tartışmalara da değinerek, Türkiye’deki otoriterleşme sürecine dair farklı başlıklar üzerinden bir özet yaptı.
Son zamanlarda Cumhuriyet Gazetesi ve Can Dündar’a yönelik baskılar, Koray Çalışkan, Banu Güven ve Mirgün Cabas gibi isimlere attıkları tweet’ler üzerinden açılan soruşturmalar, rejimin otoriterleşmesi sürecinde nerelere vardığımızın yeni örnekleri. Bu baskılara karşı direnmeyi seçenler, yarının özgür Türkiye’sine imzalarını atmış olacaklar.
Prof. Ayata, sunumunun başında 21. yüzyılda ortaya çıkan otoriter rejimlerin özgün yanlarını kısaca ele aldı. “Diktatörün Dönüşü” vurgusu üzerinden ele alınan bu süreç, demokratik geçişlerini tamamlayan ancak demokratik konsolidasyon süreçlerinde yeniden otoriterleşme eğilimleri gösteren ülkelerle ilişkili. Yani Türkiye bu konuda yalnız değil. Sözkonusu olan küresel bir trend.
Son dönemde, Demokratikleşme literatürünün abartılı iyimserliği sorgulanmaya başlandı. Bu bağlamda “Seçimli Otoriteryanizm”, “Rekabetçi Otoriteryanizm” gibi yeni sınıflandırmalar öneriliyor. Bu kapsama giren ülkelerin özelliği, seçimlerin düzenli olarak yapılması, kâğıt üstünde güçler ayrılığı ilkesinin ve anayasal güvencelerin korunmasıdır.
İktidar seçimlere girer, rakipleriyle yarışır. Ne var ki yasama, yürütme ve yargı; yine medya başta olmak üzere kültür kurumları ve ekonomi, muazzam bir baskı altında tutulur. Bu ülkelerin hepsinde polis kurumu, hem kullandığı araçlar hem de yasal düzenlemelerle fazlasıyla kuvvetlendirilir.
Kitaplaştırılan çalışmanın en önemli çıkış noktası, “Türkiye’de demokrasiye yönelik askerî vesayet tehdidi ortadan kalkarken, sivil ve popüler niteliği ağır basan bir otoriter rejim”in ortaya çıktığı tespitidir.
Sözkonusu otoriter rejimlerin bazıları, siyasi özgürlükleri kısıtlarken, kişisel özgürlüklere ve bireylerin özel hayatlarına müdahaleden kaçınmaktadır. AK Parti’ninse kültürel alanı dönüştürmeye büyük önem atfettiği açıktır. Bu nedenle AK Parti’nin siyasi baskı ve mahalle baskısını çakıştıran, daha kapsamlı bir otoriterleşme projesi olduğu söylenebilir.
Bahsedilen rejimlerin görünüşte demokratik ama pratikte otoriter olmalarını en çok kolaylaştıran unsur, güvenlikçi dili öne çıkarmalarıdır. Aslında her şey serbesttir ama yurttaşların, hattâ eylemcilerin güvenliği için bazı özgürlükler askıya alınmalıdır!
Kamu üniversitelerinden güncel bir örnek verebiliriz. Son yıllarda kamu üniversitelerinde muhalif siyasi kimliği olanların konuşma yapmaları engelleniyor. Elbette güvenliğimiz için!
Kitap, Hukuk Devleti, İnsan Hakları, Medya ve İnternet, Ekonomi ve Otoriterlik, Kültür ve Özel Yaşam ve Sonuç bölümlerinden oluşuyor. Bu alanlardaki otoriterleşme eğilimlerinin bir dökümü yapılıyor. Sonuç bölümünde de CHP’nin önerileri paylaşılıyor.
İnsanın tüm metni kötümserliğe kapılmadan bitirebilmesi hakikaten çok zor. Dileriz bu kitabın yeni baskılarını daha da kalınlaşmış görmeyiz. Kitaptan seçtiğim bazı çarpıcı sorun ve hak ihlallerini paylaşmak istiyorum:
Torba Yasalar, keyfî kullanılan KHK’lar ve bütçe denetiminin en önemli ayağı olan Sayıştay raporlarının yok sayılmalarıyla yasamanın nasıl işlevsizleştirildiği etraflıca anlatılıyor.
“AKP iktidarında kolluk güçlerinin ‘dur ihtarına uymama’ veya rastgele ateş açma gibi gerekçelerle 465 kişi yaşamını yitirmiştir… 438 kişi gözaltında veya cezaevinde şüpheli bir şekilde veya tedavilerinin engellenmesi nedeniyle hayatını kaybetmiştir… 143 kişi faili meçhul cinayete kurban gitmiştir.”
“Yalnız 2013 yılında kolluk kuvvetleri, 1134 toplantı ve gösteriye müdahale etmiş, 3773 kişi hakkında ise dava açılmıştır.”
“Gezi olaylarında 10 kişi hayatını kaybetmiş, 8000 kişi yaralanmış, 11 kişi gözünü kaybetmiştir.”
Yerim bittiği için burada durmak zorundayım…