
İskoç gelin hâlâ ölüyor, öldürüyor
Karanlık, kasvetli akşamın gölgesi şimdiki zamanın üstüne düşüyor. Rüzgârlar, 1700’lü yılların İskoçya’sında kâh çığlıklar atıyor, kâh fısıldayarak konuşuyor. Âşık bir kadın, annesinin mezarı başında sevdiği adamla buluşuyor. Kadın kalbinin sesi, ağaç dallarını sarsan rüzgârınkini bastırıyor.
Derken sahne değişiyor. Koyu yeşil yapraklar giymiş kalın gövdeli ağaçların çevrelediği görkemli bir şatonun geniş salonu gözlerimizin önünde beliriyor. Biraz önce sevgilisine bakıp hayaller gören kadın, bu kez ağabeyiyle tartışıyor. Havada uçuşan sözlerin bir kısmı kulaklarımıza takıldığında anlıyoruz ki, kız kendi ailesine düşman bir ailenin oğluna âşık. Ağabeyi ise bu durumu hoş karşılamamış ve kardeşini başka biriyle evlenmeye zorluyor.
Ardından sahne yine değişiyor. Ağabey bu kez sahte bir mektupla kardeşinin karşısında. “Oku,” diyor ona. “Onca sevdiğin adam, başka bir kadınla evleneceğini yazıyor sana. Onu unutacaksın. Benim istediğim erkekle evleneceksin. Senin için seçtiğim damat hem önemli biri, hem de çok zengin. Bu izdivaç sayesinde borçlarımızdan da kurtulacağız kardeşim.”
Kız, çaresizliğin yakıcı karanlığında gözyaşı dökerken sahne kararıyor.
Kız bu kez gelinlikle şatonun geniş salonunda duruyor. Biraz önce ağabeyinin kendisi için seçtiği adamla evlenmiş, karşılıklı imzalar atılmış. Kız, tam eşiyle birlikte odasına çıkacakken düşman ailenin oğlu, yani sevdiği adam rüzgâr hızıyla salona giriyor. Kızgınlığını, ihanete uğramanın acısını sevgilisinin yüzüne haykırdıktan sonra çıkıp gidiyor.
Sonraki sahnede ise ölüm var. Ağabeyinin kendisine yalan söylediğini anladıktan sonra kızın aklı firar etmiş başından. Eline geçirdiği hançerle evlendiği adamın gövdesinde delikler açmış. Onun yaralarından kan fışkırırken kendini düğün davetlilerinin hâlâ eğlendiği salona atmış, sevgilisinin adını sayıklıyor. Kalbini koyu bir sis perdesi gibi kaplayan acının ağırlığını taşıyamaz hâle geldiğinde ise ruhunu Tanrı’ya teslim edip yere yığılıyor. Sevdiği adam da aynı gece o büyük şatoda neler olup bittiğini öğrenecek ve kalbine bir kılıç saplayıp sevgilisinin yanına gidecek.
Bilmem ki bu acıklı öykü size tanıdık geldi mi? İskoç yazar Sir Walter Scott, sonu kötü biten bu aşk hikâyesini 1819 senesinde kaleme almış ve romanına “The Bride of Lammermoor” yani “Lammermoor Gelini” adını vermişti. Aslına bakılacak olursa iki genç âşığın ölümüyle nihayet bulan roman, Sir Walter Scott’ın hayal dünyasında filizlenmemişti. Yazar, annesinden ve halasından duyduğu yaşanmış bir olayın anılarından aldığı ilhamla yazmıştı “Lammermoor Gelini”ni. Bu tarihî roman, yayımlandıktan on altı sene sonra opera oldu. İtalyan besteci Gaetano Donizetti, Sir Walter Scott’ın romanına müzik tarihinin en güzel, unutulmaz aryalarını, düetlerini armağan etti. Scott’ın romanında adı Lucy olan âşık kız, Donizetti’nin opera kahramanı hâline gelince İtalyanlaşıp Lucia oldu. O Lucia, farklı sopranoların sesiyle o kadar güzel aryalar söyledi ve söylüyor ki… Sevdiği adama duyduğu aşkı anlattığı “Regnava nel Silenzio” ile delirme sahnesindeki olağanüstü arya, kimbilir kaç sopranoya tanınmanın yolunu açtı. Joan Sutherland, Maria Callas, Leyla Gencer ve daha niceleri, Donizetti’nin “Lucia di Lammermoor” operasındaki yorumlarıyla hafızalara kazındı. Şimdi de aralarında Natalie Dessay, Anna Netrebko ve Albina Shagimuratova’nın da olduğu sopranolar Lucia’nın kimliğine bürünüp sahneye çıkıyorlar.
Şu sıralar Tatar koloratur soprano Albina Shagimuratova, dünyanın en önemli opera sahnesi Metropolitan’da Lucia rolünü oynuyor. Ben de bu yazıyı yazarken onun sesinden dinliyorum Lucia’nın aryalarını. Donizetti’nin, karakteri ve ortamın ruhunu ortaya koyan zarif müziği o kadar etkileyici ki… Albina Shagimuratova da güzel söylüyor.
Yıllar geçiyor ama bazılarının sandığının aksine ne opera ölüyor, ne de duygular… Hayat, zamanın nehir yatağında aktığı, duygular göğüs kafesinde durduğu müddetçe ikisi de yaşayacak.
twitter:@ozlemertan
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: