Beşiktaş taraftarları 19 Eylül 1990 günü asla unutamayacakları bir olaya tanık oldular. İsveç’in Malmö ekibiyle deplasmanda karşı kaşıya gelen Beşiktaş başarılı bir oyun sergiliyordu. İki kere mağlup duruma düşmesine rağmen o yılların gözde forveti Feyyaz Uçar’ın ayağından kazandığı gollerle skoru 2-2’ye getirmeyi başarmıştı ve bu Avrupa kupalarında alınacak en iyi deplasman sonuçlarından biriydi. Ne var ki, 62. dakikada akıllara durgunluk veren bir olay gerçekleşti. Malmö sağ kanat oyuncusunun Beşiktaş ceza sahasına doğru kestiği ortanın hiç kimseye değmeden dışarı çıkacağına neredeyse herkes emindi. Ortada topa vuracak hiçbir Malmö oyuncusu yoktu. Tam o anda, Beşiktaş’ın efsane sağ beki Recep Çetin, nam-ı diğer Takoz Recep, pozisyon aldı, yükseldi ve uçan bir vole ile topa vurdu. Gözlerini kapattı ve büyük bir coşkuyla yaptı bunu. Hiç kimse onun bu denli estetik bir hareket yapabileceğine ihtimal bile vermiyordu ama o yaptı. Bütün stat nefesini tuttu, ekranları başındaki milyonlarca insan oldukları yerde donup kaldı. Ve Takoz Recep golünü attı. Bu muhteşem hareketi bir gol ile süslemişti fakat top kendi kalesindeydi. Herkes şaşkındı çünkü Takoz Recep kendi kalesine muhteşem bir gol atmıştı. Artık hiçbir şey onun için eskisi gibi olmayacaktı. Recep’in kendi kalesine uçan voleyle attığı gol, onun Beşiktaş forması altında yıllarca ter döktüğünü, canını dişine takarak mücadele ettiğini ve adeta tekmeye kafasını sokacak kadar can-ı gönülden oynadığını unutturdu. Bu olaydan sonra, Takoz Recep’in ismi her geçtiğinde, bu absürd sahne canlandı insanların gözünde ve yüzlerinde garip bir tebessüm belirdi.
Bu garip tebessümün aynısını, liberalizmi anlatmak için yaptığım konuşmalara başlamadan önce dinlemeye gelenlerin yüzlerinde de görüyorum. Bu durum, Takoz Recep’in başına gelenler ile Türkiyeli liberallerin son yirmi senede yaşadıkları arasında bir bağlantı olduğunu düşündürüyor bana. Zira, liberaller de Recep gibi yıllardır ter döküyor ve mücadele veriyorlar ama maalesef Recep’in kendi kalesine attığı gol gibi gittikçe artan AKP otoriterleşmesinin mimarı olarak görülüyorlar. Belki bunun için liberalizmin vadettiği özgürlük, adalet ve barış gibi kavramlardan bahsedildiği zaman, insanlar gülümsemeden duramıyor.
Bu gülümseme Türkiye’de liberal değerlerin itibarı açısından hiç de hayra alamet değil ve aslında çıkartılacak dersler var. Şunu kabul etmeliyiz ki, Türkiye’deki liberallerin son 20 yıllık kariyeri Beşiktaşlı Recep’ten farksız. Onun gibi cansiperane bir mücadeleye giriştiler. 28 Şubat ve 27 Nisan arasındaki dönemde askerî vesayete karşı, ellerinde ve avuçlarındaki bütün kavramları seferber etmekten geri durmadılar. Askerî ve sivil bürokrasinin, siyaset üzerindeki gölgesini eleştirirken liberal filozofların o âna kadar dile getirdiği bütün görüşler imdada yetişiyordu. Ordu harcamalarındaki şeffaflık sorunundan tutun da, keyfî hukuk uygulamasının serbest piyasa aktörleri üzerindeki olumsuz etkisine kadar geniş bir skalada her türlü liberal argüman, askerî ve bürokratik vesayeti zayıflatmak için kullanıldı. 2000’li yılların televizyon kültürü içinde, emekli bir paşanın ya da sorgu odalarını savunan Kemalist profesörlerin, liberal entelektüeller tarafından nasıl konuşamaz hâle getirildiklerine şahit olduğumuz programlar önemli bir yer tutuyordu.
2002 senesinde AKP’nin iktidara gelmesi ile, liberaller için yeni bir sayfa açılmış oldu. Her ne kadar AKP kendisini hiçbir zaman liberal bir parti olarak tanımlamasa da, nedendir bilinmez liberaller AKP’ye hayallerini gerçekleştirebilecek bir parti muamelesi yapma konusunda hiç de çekimser davranmadılar. AKP’nin kendisine siyasette yer açma mücadelesini kategorik bir özgürlük davası olarak algıladılar. Belki bunun için 2007 seçimleri öncesi ülkenin en büyük medya kuruluşlarından birinin kamu kaynakları kullanılarak hükümet yanlısı bir işadamına devredilmesine sessiz kaldılar, Ergenekon ve Balyoz davalarındaki hukuki aksaklıkları birer teferruat olarak gördüler ve kamu kaynaklarının AKP iktidarını destekleyen gazete ve televizyonlara aktarılmasına göz yumdular. Ve yine, belki bunun için, lider sultasına son verecek ve seçim barajını düşürecek bir siyasi partiler yasasını talep etmek yerine hukuk bürokrasisinin seçim usullerini belirleyen bir anayasa değişikliğini bütün kalpleriyle desteklediler. Son olarak, belki bunun için ekonomiyi iktidarın keyfiliğine kurban eden ve defalarca değişen kamu ihale yasası umurlarına bile gelmedi.
Geçen yirmi sene içinde pek çok liberal ismin, birer entelektüelden cephe savaşçısına dönüştüğünü gördük. Adeta Beşiktaş’ın efsane sağ beki Takoz Recep gibi hayatlarını ortaya koyarak mücadele verdiklerine şahit olduk. Bu isimlerden bir kısmı, askerî ve sivil bürokrasinin bireysel özgürlüklere verdiği zarardan yakınarak başlattıkları savaşta, kendilerini oyunun temposuna ve heyecanına o kadar kaptırdılar ki yine Recep gibi kendi kalelerine uçarak gol attılar. Yani hiçbir zaman liberal olduğunu iddia etmeyen ve güçlü bir devlet kültünü ve kurumlarını inşa etme konusunda oldukça hevesli olan Adalet ve Kalkınma Partisi’ni her alanda meşrulaştırmaya devam ettiler. Öte yandan, heyecanına dur demeyi başaran ve AKP’nin otoriterleşmesini artık tahammül edilemez bulan liberaller ise kendilerini ayrıştırma yoluna gittiler ve eleştirel bir cephe oluşturmayı başardılar.
Şimdi sorulması gereken soru şu, Takoz Recep nerede yanlış yapmıştı? Yanlış olan, yeteneklerinin ötesine geçip kendi kalesine son derece estetik bir gol atması mıydı? Bence Hayır. Recep kendisine hiç yakışmayacak güzellikte bir gol atmıştı ve bunu isteyerek yapmamıştı. Onu bu golü atmaya sevk eden şey hayatını ortaya koyarcasına oynadığı basit ama yürekli futboldu. O kadar tutkulu oynuyordu ki, sağ kanattan süzülerek gelen topa vurmadan edemedi. Kendini tutsaydı veya vurduğu top gol olmasaydı bile, bu Recep’in aşırı istekli ve heyecanlı futbol anlayışını değiştirmiş olmazdı. Onun ihtiraslı doğası başka bir maçta kendisini mutlaka belli edecekti. Dolayısıyla, Takoz Recep’in yaptığı en büyük yanlış ne attığı muhteşem gol, ne de bu gölü absürd kılan düz ve romantik futboluydu. Onun yanlışı belki de sahada olmasıydı.
Açıkçası, liberallerin yaptığı yanlışın, ve dudakların kenarında beliren o malum gülümsemenin de böyle bir açıklaması olabilir. Liberallerin hatası da sahada olmalarıydı. Kendilerine güç veren ütopyalarından bahsetmek yerine, güncel siyasetin ve iktidar savaşının içinde bir cephe seçmeleriydi. İçinde yaşadıkları dönemi tarihin dönüm noktası olarak kabul etmeleri ve kendilerine sert geçen bir savaşın içerisinde entelektüel bir muhafız kimliği atfetmeleriydi. Hattâ savaşırken o kadar heyecanlı ve arzulu davrandılar ki günün sonunda ne için savaştıklarını dahi unuttular. Takoz Recep’te böyleydi, unutmuştu, kalenin yerini ve hangi takımda olduğunu…
Doç., TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: