
Gül keşke dönebilseydi…
DÜN bu satırları bitirdiğim saatlerde Abdullah Gül henüz açıklama yapmamıştı.
Dolayısıyla da kurguyu “umalım ki dönsün” temennisi eksenine inşa etmiştim.
Fakat malûm, öğleden sonra aktif siyasete girmeyeceğini duyurdu.
Üzüldüm! Hem de cidden üzüldüm!
Ancak yazıyı değiştirmek yerine olduğu gibi bırakmayı tercih ediyorum.
Çünkü demek en sonda kaydettiğim tereddüt ağır bastı ki, yazık oldu.
***
BEN Abdullah Gül’ün 7 Haziran seçimlerinde eski partisinden milletvekili seçilmesini ve tekrar politika arenasına dönmesini temenni eden kesime dâhilim.
Zira insanî hasletleri zaten bir yana, “Ak Saray”ın değil Çankaya’nın eski kiracısı siyasi bağlamda da Recep Tayyip Erdoğan’la kıyaslanmayacak ölçüde demokratik, çoğulcu, hoşgörülü ve bütünleştirici bir duruş sergiledi ve sergiliyor.
Bu, daha AKP öncesinden, yani Fazilet Partisi döneminden beri böyleydi!
Ve yol arkadaşının aksine, Gül ne sonraki parkurunda, ne de “411 el kaosa kalktı” hezeyanına rağmen seçildiği Cumhurbaşkanlığı makamında kabuk değişimine uğradı.
Zaten hükümet tarafından kendisine gönderilen ve anti-demokratiklik içeren yasaları onayladığı yönündeki eleştiriler de büyük ölçüde yersiz ve mesnetsizdir.
Çünkü aynı Gül mevcut anayasal sistemin işleyişine uygun davrandı ve muhtemelen de, benimsemese dahi, yasama ve yürütmenin işine müdahil olmak yanılgısına düşmedi.
***
DÜŞMEDİ ve nitekim halefinin pratiğiyle karşılaştırırsak, aslında normal addedilmesi gereken bu olgunun şimdi ne denli büyük bir fazilet değeri kazandığını daha iyi anlarız.
Dolayısıyla da, sabık Çankaya liderinin tekrar siyasi hayata girmesini ve iktidar partisi içinde en azından bir “etik merkez”e dönüşmesini dilemek kadar doğal bir şey düşünülemez.
Öyle bir “etik merkez” ki, hiç olmazsa Erdoğan’ı frenleyebilsin ve işler raydan çıktığında da “dur” demek cesaretini gösterebilsin.
Kanımca, hem kişisel ağırlığından, hem de aynı kültür ve terbiyeye aidiyetinden ötürü AKP bünyesinde bunu Gül’den daha iyi ve sağlıklı biçimde yapabilecek başka şahsiyet yok!
***
TAMAM da, eski Cumhurbaşkanı’nın tereddütlerini de anlamıyor değilim!
Çünkü her otoriter ve totaliter lider gibi Recep Tayyip Erdoğan da iktidarı paylaşmak zorunda kalacağı, hattâ gölge yapacağından çekindiği bir “ikinci adam”a tahammül edemez.
Hattâ potansiyel olarak yükselmek tehlikesini saptadığı şahsiyetleri de istemez.
Bu tip karakterler o tehlikeyi ya baştan engellerler, ya da irade dışı bir gelişme olursa, durumu fark ettikleri an sözkonusu kişiyi ânında “harcarlar”. “Ayağını kaydırırlar”.
Eh, bunu ben bile bildiğime ve gördüğüme göre bir anlamda “siyaset kurdu” olarak tanımlanması gereken Abdullah Gül haydi haydi biliyor ve görüyordur.
Dolayısıyla, sanıyorum ki kendisinin şimdiye dek adaylık konusunda açıklama yapmaması terazinin küfelerini uzun uzadıya tartmasından; yani muhteris bir Erdoğan tarafından “harcanmak” rizikosunun mu, yoksa “etik merkez” olmak ihtimalinin mi daha ağır basacağını tahmin edebilmek kaygısından kaynaklanıyordur.
Kendi hesabıma ikincinin öne çıkmasını ve Gül’ün siyaset arenasına tekrar soyunmasını bütün kalbimle temenni ediyorum.
***
SON not: Demek Erdoğan’ın ihtirası böyle bir ortama zerre kadar şans tanımıyor ki yazık, çok yazık, işte Abdullah Gül aktif siyasete dönmeyeceğini açıkladı.
Yani aslında dö-ne-meyeceğini ifade etmiş oldu ki, dileğim ve umudum boşa gitti.
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: