
‘Boat-people’, yeniden
“Hayır, hayır, tabii ki onları kabul etmeyeceğiz. Bu insanların gemilere doluşup denize açılmalarını teşvik edecek en ufak bir şey yaparsak, sorunu çözmüş değil, daha beter hâle getirmiş oluruz.” Avustralya Başbakanı Tony Abbott, Birmanya’dan derme çatma teknelerle kaçmaya çalışan binlerce Rohingya mülteciye yardım edecek misiniz diye soran bir gazeteciye bu yanıtı verdi geçen hafta. Muhafazakâr Başbakan Abbott’un, yasadışı göçle mümkün olan en sert metotlar kullanılarak mücadele etmeyi hükümetinin önceliklerinden biri hâline getirdiği biliniyor. Güneydoğu Asya’da son haftalarda yaşanan insanlık dramı, onun bu tavrını yumuşatamamış anlaşılan. Abbott, sorunun öncelikle Birmanya ile komşuları tarafından çözülmesi gerektiğini söyleyerek, en fazla bu ülkelere kamplar inşa etmeleri için mali yardım verebileceğini söylüyor ve topu onların sahasına atıyor.
Sözkonusu mülteciler, Birmanya’nın Arakan bölgesinde yaşayan Müslüman Rohingya azınlık. Bu topluluk, uluslararası insan hakları örgütlerinin sık sık dile getirdiği gibi önemli ayrımcılıklara uğruyor. Birmanya’daki milliyetçi çevrelerin bir numaralı hedefine dönüşmüş durumdaki bu azınlığın mensuplarına, çoğunun ailesi kuşaklardır Arakan’da yaşamasına rağmen vatandaşlık dahi verilmiyor. Bu durum, eğitimden sağlığa ya da iş bulmaya, pek çok konuda Rohingyaları ülkenin yok sayılan insan topluluğuna dönüştürmüş durumda.
Birmanya’daki askerî rejimden demokrasiye geçiş süreci, Rohingyaların durumunu iyileştirmek şöyle dursun, üzerlerindeki baskıyı daha da artırmış durumda. 2012 yılında Arakan bölgesindeki Rohingyalarla Budistler arasındaki çatışmaları Birmanya hükümeti büyük bir şiddetle bastırmış, üstelik Rohingyaların eylemlerini “İslamcı tehdit” olarak gördüğünü açıklamıştı.
Rohingyalar bir bakıma, siyasi geçiş sürecinin sancılarını yaşayan Birmanya’daki farklı kesimleri birbirine yakınlaştıran bir günah keçisine dönüşmüş durumda. Ülkedeki demokratik muhalefetin yurtdışında en tanınmış ismi olan 1991 Nobel Barış Ödülü sahibi Aung San Suu Kyi’nin Rohingyalar konusundaki kararlı sessizliği de dikkat çekiyor ve Batılı insan hakları aktivistlerinin giderek daha sert eleştirilerine maruz kalıyor.
Rohingyaların maruz bırakıldıkları baskılardan kurtulmak için insanlık dışı koşullarda denize açılmaları ve komşu ülkelere ulaşmaya çalışmaları, bu esnada yaşanan deniz kazaları ve ölümler, meseleyi yavaş yavaş tüm Güneydoğu Asya’yı ilgilendiren bölgesel bir krize dönüştürmüş durumda. Endonezya, Malezya ve Tayland, kendi karasularına girmeye çalışan mülteci teknelerini ping-pong topu misali birbirlerine itip durmanın sorunu çözmediğini nihayet farketmiş olmalılar ki, 15 bölge ülkesiyle birlikte 29 Mayıs tarihinde olağanüstü bir zirve düzenleyerek bu sorunu tartışacaklar. Bu zirveyi “içişlerine karışmak” şeklinde değerlendiren Birmanya hükümeti katılım davetini ilk başta reddetmiş olsa da, sonunda toplantıya katılmayı kabul etti. Bu arada ABD’nin de Birmanya hükümeti üzerinde sorunu çözme yolunda baskı uygulamaya başladığını hatırlatmakta yarar var.
Sözkonusu zirvede mesele sadece buzdağının görünen kısmı olan mülteci sorunu çerçevesinde mi tartışılacak, yoksa sorunun esas kaynağını oluşturan Birmanya’daki Rohingya azınlığın durumu üzerinde de durulacak mı, şimdilik belirsiz.
“Boat-people” terimi, 1975 yılında sona eren Vietnam Savaşı’nın ardından yaşanan mülteci krizi esnasında kullanılmaya başlanmıştı. Kırk yıl aradan sonra aynı coğrafyada yaşanan bu yeni “boat-people” krizi, bölge ülkelerini aralarındaki işbirliğini derinleştirmeye mi teşvik edecek; yoksa aralarındaki gerginlikleri mi artıracak, kısa süre içinde ortaya çıkacak gibi.