
Avrupalı gençler neden IŞİD’e katılıyor (2)
Avrupa’da doğup büyüdükleri, seküler bir eğitimden geçtikleri hâlde, bazı müslüman gençlerin IŞİD gibi bir örgüte katılma kararı almaları herkesi şaşırtmaya devam ediyor.
Bu gençlerin sayıları görece az da olsa, böylesi bir eğilim, üzerinde durulmayı hak ediyor. Çünkü çeşitli versiyonlarıyla ‘radikalleşme’, Avrupa’nın bir süredir gündemini meşgul ediyor, uzun bir süre daha da edecek.
“Dinin dünyaya dönüşü” başlıklı yazımda kastettiğim hususlardan biri de bu idi zaten; dindarlaşma tartışmasından mâadâ, dinî yorum ve pratikler, siyasetçilerin ve sosyal bilimcilerin gözardı edemeyeceği bir şekilde ortada duruyor artık.
Avrupa’nın kendi hıristiyan nüfusu bir tarafa, yaklaşık dört nesildir orada yaşayan müslüman “göçmen” nüfusun getirdiği sosyal ve siyasi gerçeklikler çok uzun zamandır ‘çözülmeyi’ bekleyen sorunlar arasında.
Entegrasyon, asimilasyon, ve çokkültürlülük tartışmaları on yıllardır sürüyordu; son yıllardaki radikalleşme eğilimleriyle birlikte şimdi daha da hararetlenmiş durumda.
Türkiye kökenliler üzerinden konuşacak olursak, müslümanların çok önemli bir kısmı, kendilerini Avrupa’ya ‘ait’ hissetmiyorlar. Aidiyeti din ve milliyetçilik merkezli olarak değerlendirmeyi tercih ediyorlar ve bu değerlendirmenin sonucu olarak ‘vatan’ olarak kendi milletlerinin bulunduğu müslüman coğrafyaları benimsiyorlar.
Avrupa kültür ve siyasetinde Hıristiyan ve seküler değerlerin baskın olduğu düşüncesi, onlarla biraraya gelme konusunda müslümanları çekimser kılıyor; kendi kimliklerini ve ‘özlerini’ kaybetme endişesinden dolayı daha muhafazakâr ve içe kapalı bir tutum geliştiriyorlar.
Aidiyet hissedememe sorununda ilk büyük sorumluluk, medya ve siyasetçilere ait. Medya, en iyimser yorumla, sansasyonel olduğu için radikal yorumlara her zaman daha çok yer ayırıyor. Müslümanların içinde geçtiği olayları sunarken kullanılan incitici dil, gençlerin yabancılaşma duygusunu artırıyor; kendilerini dışlanmış hissediyorlar.
Örneğin, içinde Avrupalıların geçtiği suç hadiselerinde olay failin psikolojik sorununa bağlanırken, müslümanların dâhil olduğu suç olaylarında, konu çoğunlukla o ya da bu şekilde faillerin etnik kökenlerine ve dinî kimliklerine getiriliyor.
Etnik azınlıklar ile farklı dil ve kültürler konusu, siyasetçiler için, ‘ihtiyaçları olduğunda’ seve seve kullandıkları çok ‘kullanışlı’ bir politika malzemesi. Müslüman etnik gruplar hakkında kullanılan ötekileştirişi ifadeler ve zaman zaman artan milliyetçi tonlar, özellikle gençlerin o ülkelerdeki kendi gelecekleri hakkında karamsar tutumlara girmelerine yol açıyor.
Radikalleşen gençler, etraflarından ve medyadan gelen İslam ve müslüman toplumlar eleştirilerine cevap bulmakta güçlük çektikleri zaman ailelerinden yeterli desteği göremiyorlar; çünkü çoğunlukla ailelerinin din ve/ya dil bilgisi, çocuklarını ikna edebilecek düzeyde değil.
İmamları müslüman ülkelerden giden camiler, Avrupalı gençlerin dinî bilgi ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar. Bu camilerin imamları, bulundukları ülkelerin kültürlerini ve dillerini bilmiyorlar. Böyle olunca, anadilleri ancak günlük konuşma seviyesinde olan gençlerle sağlıklı iletişim ve bilgi paylaşımı imkânları kalmıyor.
Buna mukabil, radikal örgütler, kendilerini dışlanmış hisseden gençlere sosyalleşme imkânı sağlıyorlar. Aynı zamanda, Avrupa dillerini iyi konuşarak kendi dinî ve siyasi yorumlarını gençlere ulaştırma konusunda başarılı oluyorlar. Buna interneti ve sosyal medyayı da etkili şekilde kullanma becerileri de eklenince, etki alanları daha da genişliyor…
Avrupa bugünlerde bütün bu konuları farklı çözüm yolları deneyerek yeniden masaya yatırma ve bu arada az da olsa bir özeleştiri yapma sürecinden geçiyor. Bu bağlamda en çok sözü edilen kavramlardan biri ise Avrupa İslam’ı. Peki, bir Avrupa İslam’ı mümkün mü? Başka bir yazıda ele alalım.
Twitter: @emrahce
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: