
Vecdi Sayar bildiriyor: Cannes’da ‘Dik başlı’ bir açılış
68’inci Cannes Film Festivali, kadın yönetmenlere yeterince yer vermediği yönündeki eleştirilere yanıt verircesine, bu yılki festivali bir kadın yönetmenin, Emmanuelle Bercot’nun filmiyle açtı. La Tete Haute /Dik Başlı adını taşıyan yapım, suçlu gençlik sorununa eğiliyor. Yasalara boyun eğmeyen bir genci 6 yaşından 18 yaşına kadar izleyen film, gencin bir kadın yargıç ve sosyal danışmanlarla ilişkilerini gerçekçi bir bakış açısından yansıtıyor. Yarışma dışı gösterilen filmde, Catherine Deneuve, Benoit Magimel gibi ünlü oyuncular rol alıyor. Genellikle, hafif, eğlenceli filmlerle açılış yapan Cannes, bu kez ciddi bir toplumsal soruna parmak basmayı tercih etmiş. Bu yılki festivalin kadına verdiği önemin bir başka göstergesi de, daha önce yalnızca üç kez (Woody Allen, Clint Eastwood gibi parlak kariyerlerine karşın hiç Altın Palmiye almamış ustalara) verilen “Onursal Altın Palmiye” Ödülü’nün Fransız yönetmen Agnes Varda’ya sunulması. Bugüne dek Altın Palmiye ödülünü yalnızca bir kadın yönetmen kazanmıştı; Piyano Dersi ile Yeni Zelandalı Jane Campion… Festivalin resmi programının en önemli yan bölümü “Un Certain Regard” (Belli Bir Bakış) da, bu yıl bir kadın yönetmenin filmi ile açılıyor; Japon Naomi Kawase’nin An adlı yapıtıyla. Bu bölümde, tıpkı ana yarışmada olduğu gibi 19 film var. “Belli Bir Bakış” bölümündeki filmleri değerlendirecek Jürinin başkanlığını, İtalyan asıllı Amerikalı oyuncu Isabella Rosselini yapıyor. Beş kişilik ‘Belli Bir Bakış’ Jürisinin üç üyesi kadınlardan oluşuyor. Rossselini’nin yanısıra jürinin diğer kadın üyeleri, Suudi Arabistan’ın ilk kadın yönetmeni Haifaa Al-Mansur ve Lübnanlı yönetmen ve oyuncu Nadine Labaki. Festivalin tüm bölümlerinde gösterilen ilk filmler arasında bir değerlendirme yapacak olan, ‘Altın Kamera’ Jürisinin başkanı da, gene bir kadın; ünlü Fransız oyuncu Sabine Azema. Tabi, bu listeye bu yılın afişinden bizlere gülümseyen efsane oyuncu İngrid Bergman’ı da katabiliriz.
YÖNETMENLERİN ONBEŞ GÜNÜ
Festivalin en saygın bölümlerinden biri olan ‘Quenzaine des Realisateurs’ün (Yönetmenlerin Onbeş Günü) programı, Fransız Yönetmenler Birliği’nce düzenleniyor. 1968 yılında, Fransa’daki direnişlere paralel biçimde, Cannes Festivali’nde de olaylar yaşanmış ve festival iptal edilmişti. O yıl Cannes’da yaşananlar, ‘Quenzaine’in doğumuna neden oldu. Edouard Waintrop’un Sanat Yönetmenliğinde düzenlenen bölümde, konularından çok, biçemleriyle öne çıkan, yenilikçi yapıtlar yer alır genellike. Bu yılki seçkinin bizim için en ilginç yanı, genç bir kadın yönetmenimizin Mustang adlı ilk uzun metrajlı yapımının, programa seçilen 19 film arasında yer alması. Sinema eğitimini dünyanın en iyi sinema okullarından biri olan FEMİŞ’de alan Deniz Gamze Ergüven, ilk kısa metrajlı çalışmasıyla 1996 yılında Cannes’in Cinefondation bölümüne seçilmişti. Fransa- Türkiye ortak yapımı olan Mustang‘ı heyecanla bekliyorum. Kısa metrajda yarışan Ziya Demirel ve yeni projesi ile ‘Atölye’ye seçilen Kutluğ Ataman’la birlikte sinemamızı en iyi biçimde temsil edeceklerine kuşku yok. ‘Yönetmenlerin Onbeş Günü’nün merakla beklediğim bir başka yapımı ise, ikişer saatlik üç bölümden (Huzursuz, Yalnız, Büyülü) oluşan Binbir Gece Masalları, Portekizli yönetmen Miguel Gomes’in imzasını taşıyor.
MASALLARIN MASALI
Masallardan söz açılmışken, dün izlediğim ilk yarışma filmine değinmenin tam sırası. Nazım Hikmet’in Masalların Masalı ile aynı adı taşımasına karşın, hiçbir ilişkisi yok. Ne çınar var, ne de kedi… ama acaip canavarlar, garip huylu krallar var. İtalyan yönetmen Matteo Garrone, Gomorra ve Reality‘deki gerçekçi yaklaşımdan uzaklaşıp, tarihsel-fantastik bir yapım ortaya koymuş. Önceki filmleri ile içerik açısından bir benzerlik var gene de; güç ve iktidara yönelik ironik bakış… Üç ülkenin krallarını, kraliçelerini ve prenseslerini, zaafları, hezeyanları ve gülünç yanları ile anlatıyor Garrone, iç içe geçmiş masallar boyunca. Devasa bir pireye aşık olan kral, deniz canavarı ile boğuşurken ölüme yenik düşen kral, güzelliğin peşinde koşarken yatağında çirkin bir kadınla uyanan kral… Sonu mutlu bitmeyen, epeyce kanlı bir ‘anti-masal’ olarak nitelemek mümkün Garrone’nin filmini. Giambattista Basile’nin masallarından serbest bir uyarlama yapan yönetmen, “Et”i (kadın etinden, hayvan etine her türlüsü) bir metafor olarak kullanırken, “Güzel ve Canavar” öyküsüne de gönderme yapmaktan geri durmuyor. Anlatım bütünlüğünü kurmaktaki başarısı ile yarışma seçkisinde yer almayı hak eden bir film hiç kuşkusuz. Bu yıl İtalyan sineması festivalde oldukça iddialı. Garrone’nin yanısıra, Nanni Moretti ve Paolo Sorrentino gibi iki usta daha var yarışma programında. Ama, altı filmle yarışma programında yer alan Fransız yönetmen leri sollayabilecekler mi, göreceğiz. Yarışmadaki ağırlığının yanısıra, açılış ve kapanış da Fransız sinemasına verilmiş bu yıl. Kapanışta, İmparatorun Yolculuğu adlı yapıtından anımsayacağınız bir belgeselci, Luc Jacquet’nin küresel ısınma sonucu çözülen Antarktika buzlarını konu alan La Glace et le Ciel /Buz ve Gökyüzü adlı fillmi gösterilecek. Toplumsal bir sorunla açılan festival, kapanışta da küresel bir soruna işaret edecek. Cannes’ın görkemli galalar, çılgın partiler ve havai fişeklerden ibaret olmadığının altını çizercesine.
CANNES KLASİKLERİ
Gerçekten de Cannes, bizim magazin basınımızda yansıyan imajının çok dışında işlere imza atıyor. Keşke vakit yetse de, festivalin restore ederek yeni kopyalarını hazırladığı dünya sinemasının klasiklerini izleyebilsem. Neler yok ki “Cannes Klasikleri” bölümünde… Orson Welles’in doğumunun 100. yılı onuruna Yurttaş Kane ve Şangaylı Kadın, Visconti’nin Rocco ve Kardeşleri, Jancso’nun Umutsuzlar‘ı, Puenzo’nun Resmi Tarih‘i, Solanas’ın Güney‘i… Bu yıl yitirdiğimiz Manoel de Oliveira’yı, Sinemanın 120’inci yasında Lumiére kardeşleri, haklarında yapılmış belgesellerle Harold ve Lillian’ı (Hellman), Hitchcock ve Truffaut’yu, Sidney Lumet’yi, Steve McQueen’i, Ingrid Bergman’ı anmayı ihmal etmiyor festival. Bu bölümün onur konuğu ise Z filmiyle Costa Gavras olacak.
VECDİ SAYAR