Çarşamba , 20 Mayıs 2015
Anasayfa » Kültür ve Sanat » İhlalci bir kitap: Yarabıçak
İhlalci bir kitap: Yarabıçak

İhlalci bir kitap: Yarabıçak

“Yarabıçak-Banka Soymuş Bir Devrimcinin Samimi İtirafları” adlı kitabında, Deleuze’ün “göçebe düşünce” kavramını Çingeneler üzerinden görünür kılarken, yerleşik kültürü ve Türkiye’deki solu bir hayli eleştiren Ömer Faruk’la son kitabını konuştuk.

Yarabıçak-Banka Soymuş Bir Devrimcinin Samimi İtirafları hayli iddialı bir kitap. Birbirinin taklidi kitapların piyasayı kapladığı günümüzde hem üslubu hem de tezleriyle dikkat çekiyor. Yarabıçak’ı yazarı Ömer Faruk’dan dinledik.

Yarabıçak deneysel bir metin. Roman, şiir, edebiyat, felsefe, sinema, siyaset, müzik …vs. hepsi iç içe. Başlarken tereddütleriniz oldu mu?

Yazı’nın kendisi üzerinde de epey düşündüm. John Zerzan, Claude Lévi-Strauss yazının kapatıcı, iktidara ortak olan yönleri hakkında ciddiye alınması gereken çalışmalar yapmışlar. Yazdıklarım kadar yazı’nın kendisine, ürettiği potansiyel tehlikeye de işaret etmek istedim. Bu yüzden “…dır” diyen, tamamlanmış, kendini tahkim eden asık suratlı bir yazı yerine parçalı bir yazıyı seçtim.

Yerleşiklikle göçebeliği karşı karşıya getiriyorsunuz. Evlerimizi bırakıp karavanlarda, çadırlarda yaşamamızı mı öneriyorsunuz?

Bu çok rastladığım bir soru. “Göçebe düşünce” Deleuze’ün bizlere armağan ettiği bir kavram. Ama kökleri İbn-i Haldun’un Mukaddime’sine kadar gidiyor. Dogmaya dönüşmüş düşünce modellerinin bizi kapattığını, belirlediğini, yerleştirdiğini ve böylece kontrol edebildiğini söylüyor. “Yaratılan düşünce”ye biat etmekten “düşünce yaratıcısı” olmaya yönelik bir tür yol’dan çıkma daveti de denebilir. Bunun için ille de şehirleri terk etmemiz gerekmiyor, Deleuze de ömrünün büyük bir bölümünü Paris’te geçirmiş zaten.

Örnek aldığınız başka bir metin oldu mu?

Hayır. Türkçe’de böyle bir metin yok. Yarabıçak’ı okuyan ve dünya literatürünü de yakından izleyen tanıdıklarım dünyada da böyle bir metin olmadığını söylediler. Üsluba dudak bükenlerin, “tantana” yapmadan önce Deleuze&Guattari’nin “minör edebiyat” kavramsallaştırmasına göz atmasını dilerim. Şunu da hatırlatmak isterim: Foucault, “Deleuze’den sonra felsefe tarihi yeniden yazılmalı” demişti.

Bunları anlatırken sınırlar çizdiniz mi kendinize?

Önce “Sınır nedir? Nasıl oluşur?” diye düşündüm. Elimde sorun çözücü bir avadanlık olmalıydı. Bu da beni ilk çit’e ve tarım’a, ilk evcil hayvan’a ve dil’e oradan yazı’ya kadar götürdü. Antropolojik bir okuma yaptım. Zihnimizin, bedenimizin, duygularımızın nasıl kapatıldığını, kontrol altına alındığını anlamaya çalıştım. Okudukça “ezberlenilen düşünce”nin masum olmadığını fark ettim. Düşünce diye ezberlemeye çalıştıklarımızın kapatılmayı katmerleştirdiğini gördüm. Yöneten/yönetilen ayrımının ortadan kalkmasını istiyorsak “yaratılan düşünce”den çıkıp “düşünce yaratıcısı” olmamız gerektiğine ikna oldum. Bu süreç kendi sınırlarımla sık sık yüzleşmeme, onları kanırtmama da neden oldu. Terbiye edilmemiş, gizlenmiş alt anlamları aktaran, hukukun çaresiz kaldığı bir hakaret ve zarafet üslubuyla yazmayı daha çok isterdim, biraz denedim.

Özellikle solun yüzleşmesi üzerinde çok duruyorsunuz. Tek eleştirilmesi gereken sol mudur?

Kuşkusuz değil. Ama “daha iyi bir hayat” iddiasını taşıyan solun öncelikle kendi geçmişiyle yüzleşmesi gerekir. Komünist Manifesto 1848’de yayımlandı. Berlin Duvarı 1989’da yıkıldı. Dünya’yı kendi gündemine davet eden 141 yıllık bir pratik çöktü. Bu pratiğin içinde yetişen Türkiye solu da çöktü. THKP-C, THKO, TKP-ML vb. örgütlenmeler; SSCB, Çin ve Arnavutluk üzerinden siyaset yapma tercihleri ağır bir yenilgiye uğradı. Ortalıkta devasa bir düşünsel enkaz var. Her seçimde giderek küçülen Türkiye solunda ise hasar tespit çalışması bile yok. Aynı kültürel iklimin kodlarıyla siyaset sahnesine çıkılıyor. AKP’nin yaptığı hatalar üzerinden kendine meşruiyet arıyor.

Peki, AKP?

AKP ise 1400 yıllık bir geleneğin mirasçısı. “İslam medeniyeti” adlı bir kavramsallaştırmanın sürdürücüsü. Ama Türkiye’de bu medeniyeti gerçekleştirecek ne düşünsel altyapıya sahip ne de kendi düşünsel yoksunluklarıyla yüzleşmeye cesareti var. Medeniyet kavramına derinlik ve zarafet kazandıran sözcüğün “estetik” olduğunun farkında bile değil. Itri’nin, Dede Efendi’nin, Mimar Sinan’ın yüzyıllar öncesinden gelen estetik önerilerini hunharca harcıyor; TOKİ evleri, Çamlıca Camisi, karikatürü andıran padişah sarayı gibi örneklerle mi İslam medeniyetini sürdürecekler? Artık bir virüse dönüşen AKP, bu toprakların başına bela olmaktan çıktığında İslam’ın medeniyet iddiası da çöp kutusunu boylayacak ve kimse o çöp kutusundan bir daha çıkaramayacak. İslam son 300 yıldır çöküşte. Dünyanın en despotik, insan haklarının ayaklar altına alındığı, kadınların aşağılandığı ülkeleri İslam’ın kurallarıyla yönetiliyor.

Kitaba dönecek olursak, neden kahraman olarak Çingeneleri seçtiniz?

Dünyanın en eski halklarından biri Çingeneler. Ama insanlığın işlediği bütün büyük suçlarda hiçbir payları yok: Devlet, üniversite ve kerhane kurmamış; düzenli ordularla birbirleriyle savaşmamış, uçak gemisi/atom bombası icat etmemiş; banka, borsa ve toplama kampları oluşturmaya hiç girişmemiş, gazete çıkarmamış… Bir halk. Üstelik bilim-kurgu değil, tüm gerçekliğiyle hemen yanıbaşımızda duruyorlar. Aradığım entelektüel şiddet için güçlü bir kalkış noktası olduğunu saptadım.

Peki, sizce Yarabıçak son sayfasında bitiyor mu?

Kesinlikle hayır! Dikkatli okuyucu fark edecektir, cevap veren değil soruları çoğaltmayı amaçlayan bir metin bu. Kitap bittiğinde size yeni sorular armağan etmişse amacına ulaşmış demektir, yeni sorularınız yoksa yakın gitsin, beceremedim demek ki!

SUZAN DEMİR

Etiketler: