
Her ailenin bir sırrı vardır
Talimhane Tiyatrosu’nun ilk kez 19’uncusu İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında sahnelediği “Göl Kıyısı” Amerikalı çağdaş yazar Theresa Rebeck’in kaleminden çıkmış bir trajedi yorumu. Rebeck oyununa Aeskhylos’un Oresteia üçlemesini model almış.
Çağdaş yorumunda psikolojik gerilimin öne çıktığı bu aile dramı doğruyla yanlışın, haklıyla haksızın kolayca ayırt edilemeyeceği insanlık durumlarına ilişkin çok şey söylüyor. Orman içinde terk edilmiş izlenimi veren bir kulübeye coşkuyla yaklaşan orta yaşlı bir erkek ve yüzündeki ifadesizlikten burayla ilgisi olmadığını anladığımız genç kadının bahçeyi ve evi gözden geçirişleriyle açılıyor oyun. Sonra ansızın evin sakinlerinden biri çıkıyor dışarı. Ve oyunun ilk bölümünde temposu düşmeyecek olan çatışma başlıyor.
GERİ DÖNENİN BULDUKLARI
Bu evi ve ailesini on yedi yıl önce terk etmiş olan Richard, tıpkı bıraktığı gibi bulduğu eve tepeden tırnağa değişmiş bir insan olarak dönmenin güvenini duyuyor belli ki. Geçen zamanı boşa harcamamış, çok para kazanmış, gezmiş, yaşamış. Oysa geride bıraktığı karısı ve iki çocuğu, tam tersine, zamanı hiçe saymışlar sanki. Tarih bölümünden mezun olan Lucy insanlardan kopmuş, evden çıkmıyor. Ağabeyi Nate üniversiteyi bitirmeden dönmüş, kasabadaki kitapçıda çalışıyor ve ne bulursa okuyor. Anneleri Helen ise çocuklarıyla kurduğu bu hapishanenin hem mahkûmu hem de gardiyanı olmuş. Bu kesif ataleti parası, cakası ve kızı yaşındaki sevgilisiyle sarsan Richard’a gösterdikleri tepki başta abartılı gelse de, görünenin ardında yatan esas nedeni kavradıkça seyircinin başta kolayca ulaştığı çıkarımların sunduğu zemin çatırdıyor. Richard’ın ailesinden uzaklaşmasına neden olan geçmişteki trajik olay ve ardından yaşananlar, denklemi bütünüyle değiştirmiş. Kim daha haklı, kim daha masum, söylemek kolay değil.
BİR VİRANEYE YANSIYAN ZAMAN
Jemima Robinson’ın hazırladığı dekor, ön cephesini gördüğümüz virane bir kulübe, belki yıllardır üst üste yığılmış kuru yaprakların kapladığı bir bahçe, birkaç kırık dökük eşya ve paslanmış bir küvetten ibaret. Fakat bu resim, izleyeceğimiz ve bir kısmını da hatırlayışlardan öğreneceğimiz öykünün hem geçmişini hem de bugününü başarılı bir biçimde yansıtıyor. Yine Robinson’ın hazırladığı kostümler ise birer etiket gibi duruyor. Ruh hallerini ya da karakterlerini vurgulamak isterken oyun kişilerini belli kalıplara indirgemiş. Klasik bir sahne ve oyun düzenini seçen Mehmet Ergen, oyuncuların performanslarını, dolayısıyla karakterlerin sunduğu karmaşık tabloyu öne çıkarmış. Fakat sahnedeki trafik de oyuncuların işbirliği de yerli yerine oturmamış hissi uyandırıyor. Özellikle öykünün hem anlatısal hem de duygusal anlamda merkezinde yer alan Helen karakterinde Meltem Cumbul, fırtınadan önceki sessizliği aşırı kontrollülük olarak yorumlayarak oyunun patlama anlarını fazlasıyla yumuşatıyor, adeta uyuşturuyor. Neticede Göl Kıyısı, trajedinin karanlığını da yoğunluğunu da sahneye beklendiği ölçüde tercüme edemiyor, seyirciye tam olarak yansıtamıyor.
NESLİHAN GÜZERAN