
Ermeni hatırasının izdüşümü
Fotoğraflarıyla acılı bir tarihin özetini çıkaran Antoine Agoudjian, soykırımın yıldönümünde Diyarbakır’da sergi açtı. Agoudjian, “Türkiye’ye geldikten sonra değiştim. Türkleri şeytanlaştırmaktan kurtuldum” diyor.
Şu sıralar Diyarbakır’a yolunuz düşerse Keçi Burcu’na da uğrayın mutlaka. Çünkü soykırım döneminde Anadolu’dan sürülen atalarının izlerini onların bir zamanlar yaşadığı coğrafyada süren Ermeni asıllı Fransız fotoğraf sanatçısı Antoine Agoudjian’ın fotoğraf sergisi var orada. Agoudjian, 1988’den beri geçmişte Ermenilerin yaşadığı, sürgüne giderken geçtiği ve yeni bir yaşam kurmaya çalıştığı ülkeleri fotoğraf makinesiyle birlikte geziyor ve yan yana geldiğinde acılı bir tarihin özetine dönüşen kareler çekiyor. Türkiye, Ermenistan, Lübnan, İran, Suriye ve Irak’ın da dahil olduğu pek çok ülkeden görüntüler var Agoudjian’ın 22 Nisan’da açılan ve 22 Mayıs’a kadar ziyaret edilebilecek olan sergisinde.
ZAMANSIZ FOTOĞRAFLAR
Ermeni halk müziğinin vazgeçilmez enstrümanı duduktan yayılan hüzünlü ezgilerin refakatinde sergiyi gezmeye başlıyor ve öncelikle düğünde, vaftiz töreninde ya da aile yemeğinde bir araya gelmiş mutlu insanları görüyorsunuz. Agoudjian, bu karelerin Ermeni Soykırımı’nın öncesini simgelediğini söylüyor. Derken fotoğraflar hüznü, acıyı, sürgünü ve ölümü gösteren aynalara dönüşüyor. Harabeye dönmüş bir Ermeni kilisesinin önünde duran yaşlı kadın, dehşet dolu gözlerle etrafı izleyen çocuklar, karanlık bir yolda korku içinde ilerleyen insanlar… Bu fotoğraflar, 1988 ve sonrasında çekildi ancak bir araya geldiklerinde Ermeni Soykırımı’nı ve bir halkın acılı tarihini anlatıyorlar. Kısacası Agoudjian’ın fotoğrafları zamansız ve anlam yüklü. Agoudjian, Türkiye’deki ilk sergisi Yanan Gözler / Ermenilerin Hatıraları’nı 2011’de İstanbul Tophane’deki Depo’da açmıştı. Sanatçının Diyarbakır’da açılan sergisinin adı ise Sessizliğin Çığlığı / Bir Ermeni Hatırası’nın İzleri.
“TÜRKİYE’YE GELDİM VE ÇOK DEĞİŞTİM”
Diyarbakır’da konuştuğumuz sanatçı, “Sessizlik kelimesi, fotoğrafı ve inkârı anlatıyor. ‘Sessizliğin Çığlığı’ ise inkâr edilenlerin çığlığı. Bu ismi Diyarbakır’da buldum” diyor ve akabinde Türkiye’ye gelip gitmeye başladıktan sonra ne kadar çok değiştiğine getiriyor sözü: “Türkiye’ye ilk olarak 1998’de ve fotoğraf çekmek için geldim. Benim kuşağım çok travmatik bir miras devraldı. Ermeni diasporası, soykırımdan kurtulanların torunlarından oluşuyor ve soykırımın direkt sonucu. Ben de o diasporanın bir parçasıyım. Atalarımızın Türklere dair gördüğü son yüz, onlara zulmedenlerin yüzüydü. Ben, seyahatlerimin sonunda Türklere insani bir yüz verebildim. Düşüncelerim değişti. Sonra da dedim ki kendi kendime, ‘Belki de ben bu yüzden Türkiye’ye geldim. Türkleri şeytanlaştırmaktan kurtulmak için.’ Çünkü kin, insanı zehirleyen bir şey.
DİNK CİNAYETİNİN DOĞURDUĞU TEPKİ
Şimdi Türkiye’ye geldiğimde kendimi güvende hissediyorum. Çünkü burada arkadaşlarım var. Türk halkının Hrant Dink cinayetine verdiği tepki de benim bakışımı değiştirdi. Hrant Dink’in öldürülmesinden ve Fethiye Çetin’in Ermeni anneannesinin öyküsünü anlattığı kitabın yayımlanmasının ardından insanlar bu konuda konuşmaya başladı. Ben tek başıma değil, Türkiye’deki insanlarla birlikte değiştim.”
‘İNSANLARA SOYKIRIMI TANIMALARINI ŞART KOŞMUYORUM’
Agoudjian, bir insanla iletişim kurmak için onun soykırımı tanımasını şart koşmadığını da söylüyor ve şöyle detaylan-dırıyor sözlerini: “Benim çalışmam sadece soykırımın tanınması için yapılan bir çalışma değil. Fotoğraflarım, yeniden inşa çalışması. Ben, 1915’te yaşananların soykırım olduğunu biliyorum. Çünkü soykırım hukuki bir kavram. Belli hazırlıklar ve plan çerçevesinde bir halkın ortadan kaldırılmasıdır soykırım. Raphael Lemkin, soykırım kavramını yaratırken Ermenilerin yaşadıklarını baz aldı. Lemkin’in bu kavramı yaratma nedeni ise adaletin tesis edilmediğini gören Ermenilerin bunu kendi kendilerine sağlamaya çalışmalarına engel olmaktı. Çünkü biliyorsunuz Talat ve Enver paşalar Ermeniler tarafından vuruldu. İnsanlarla konuşmak ve onlarla birlikte çalışmak için soykırımı tanımalarını şart koşmuyorum. Benim için onlarla birlikte bir şeyler yapmak önemli. Ancak bilmeden reddetmesinler. Okusunlar, araştırsınlar.”
DİYARBAKIR’DA OLDUĞUMA MEMNUNUM
AntoIne Agoudjian’la Türkiye’deki ikinci sergisini neden İstanbul’da değil de, Diyarbakır’da açtığı hakkında da konuştuk. Sanatçı fotoğraflarını İstanbul’da sergilemeyi düşünmüş ve bunun için Salt Galerisi’yle konuşmuş. Ancak oradan “Bu dönemde böyle bir şey yapmak çok zor” cevabını almış. Agoudjian, Diyarbakır Belediyesi tarafından davet edilmenin kendisi için çok önemli olduğunu da söylüyor ve “Belediye her ne kadar Kürtlerin yönetiminde olsa da, sonuçta Türkiye’ye bağlı resmî bir kurum. Üstelik de soykırımı reddetmeyen bir resmî kurum. O yüzden İstanbul’da reddedildiğime memnunum” diyor.
‘BÜYÜK DEDEM BİR OSMANLI SUBAYIYDI’
Agoudjıan’ın baba tarafı Kütahyalı, annesi ise Erzurumlu. Büyük dedesinin bir Osmanlı subayı olduğunu belirten sanatçı, onların soykırımdan nasıl kurtulduklarını da anlattı: “Atalarım, Faik Ali Ozansoy’un sayesinde katliama maruz kalmadan Kütahya’dan ayrılıp geri döneceklerini düşünerek Selanik’e gittiler. Ancak evlerine dönemediler. Anne tarafından dedem Artin Arıcıyan bir Osmanlı subayıydı. O yüzden katliama maruz kalmamış. Konya’da bir tehcir konvoyunu durdurup oradaki insanları kurtardıktan sonra ise Lübnan’a kaçmak zorunda kalmış.”
ÖZLEM ERTAN / DİYARBAKIR