Perşembe , 21 Mayıs 2015
Anasayfa » Kültür ve Sanat » Afrika, dertlerini sinemada zorunlu olarak anlatıyor
Afrika, dertlerini sinemada zorunlu olarak anlatıyor

Afrika, dertlerini sinemada zorunlu olarak anlatıyor

Kamerun’dan Etiyopya’ya, Gana’dan Nijerya’ya sömürgeciliğin derin izlerini taşıyan Afrika Sineması, hem politik konularda hem de sömürgecilikle mücadelede ortak bir paydada birleşiyor. Son olarak Afrika Sineması’nın önemli yönetmenlerinden Abderrahman Sissako’nun Timbuktu filmi, Fransa’nın Oscar’ları olarak bilinen Cesar ödüllerinde 7 dalda ödül kazanması tüm dünyada ses getirdi. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Yusuf Ziya Gökçek ile hem Timbuktu’yu hem de Afrika Sineması’nı konuştuk.

Belki kendi içinde çok parçalı bir yapı ama genel olarak Afrika Sineması’nın tarihsel gelişimine baktığımızda ne görüyoruz?
Afrika Sineması, 1950’lere kadar Afrikalıların inisiyatif alarak varolabilecekleri bir alan değildi. Dolayısıyla Afrika Sineması 1950 öncesi Mısır’ı özel koşulları dolayısıyla bunun dışında tuttuğumuzda Afrikalıların rengini veremedikleri, ‘yok bir tecrübe’ bulunuyor. Fakat sömürgesizleştirme sürecinden, ulusal bağımsızlık mücadelelerinden sonra sinema kendilerini ifade edecekleri bir ‘form’ oluyor. 1950’lerden önce ve sonra Moskova, Roma ve Paris gibi merkezlere giderek sinema eğitimi alan yönetmen kuşağı Afrika’da sinemanın nasıl olacağına ilişkin hayati ve estetik öneriler getiriyorlar. Farklı dillerin konuşulduğu ve muhtelif dinlere ittiba eden bir coğrafyada ise ortak yazgı sömürgecilik tecrübesi. Sineması da bu tecrübeye itirazını yükselten ve sömürgeci düşünüş biçimini yadırgatan olarak gelişimini sürdürüyor.

Abderrahman Sissako, son filmi Timbuktu’yu nasıl buldunuz?
Filmin estetik değerinin, politik değer üretme kaygısıyla aksadığını söyleyebilirim. Sissako’nun Timbuktu’yu ele geçiren örgütlenmenin etkisini anlatmak için farklı insan kümelerinin hikâyesine yer vermeye çalışması -ki bu filmi panoramikleştirmiştir- filmin ağırlık noktasının bulanıklaşmasına neden oluyor.

Peki, filmin politik yönünü nasıl okuyorsunuz?
Afrika’daki Eş-Şebab, Boko Haram ve El Kaide gibi örgütlerin, Timbuktu gibi bir projeksiyonla görünür kılınması ve yerleşik olanı yaşam tarzını ‘tehdit edebilecek’ bir manivelaya dönüşecekleri fikri, Fransa’daki jürinin filmle ilgili olumlu karar almasını kolaylaştırıyor. Filmdeki politik değerin, Fransız mühürlü bir ‘seküler’ evreni olumlaması, Timbuktu’nun evrensel değil de gündelik siyasete evrilmesine sebep olmuş.

Batı’daki festival ödüllerinin belli bir temanın devamını sağladığını söylüyorsunuz bir yazınızda. Burada da aynı durum var mı?
Timbuktu’nun sinemaya konu edilişi esasında ilk kez Sissako tarafındanyapılmadı. Fransız yönetmen Jacques Tourneur 1959’da aynı adlı filmle şehri konu edindi. Tourneur, bu filmiyle çölde yaşayanları ekseriyetle Tuareg kabilelerini, şehri modern olarak tasarımlayan Fransızlara karşı ehlileştirilmemiş bir çöl insanı tipolojisi içinde göstermişti. Sissako, burada Tuaregler üzerinde bir hikâye kurarken, klasik olarak iyiler ve kötüler üzerinden anlatıyor. Burada klasik anlatıyla devam ederken minimal bir anlatıyı da deniyor. Dolayısıyla anlatı tercihinin biraz sorunlu olarak biraraya getirildiğini düşünüyorum. Afrika, sorununu zorunlu olarak dile getiriyor sinemada. Bu düstur Batılı festivallerin belirlenimci doğasından kaynaklanır. Peki, Timbuktu, Batı sinemasında radikal İslam’a bakıştan kesin çizgilerle ayrılabiliyor mu? Filmdeki örgütü yansıtış biçimi yerine, bir gerçeği göstererek ne vaat ettiği ya da neye özlem duyduğu sorusu bizi doğru yere götürebilir. Film çok-kültürlü bir yapının imkânını sağlayan en temel formun sekülerlik olduğu iddiasında. Dolayısıyla film, İslam’ın sadece örgüt milisleri üzerinden okunmasına neden olurken, diğer okuma biçimlerinin zayıf kaldığı kanaatindeyim.

Elbette burada Sissako’nun Batı’nın İslam’ı okuma biçiminden ayrı bir düzeyde okuduğunu söyleyebiliriz. Sissako, burada örgütün idraki üzerinden okuyor İslam’ı. Batı’ysa daha muhayyel bir örgüt tanımı üzerinden film alımlanıyor.

Türkiye’de kıtanın tarihi gibi, Afrika Sineması-nın da çoğun lukla dramla anılması yanıltıcı mı?
Sinema hakkında küresel çapta yayılan anaakım algının “dram” üzerinden oluşturulmuş olması, Türkiye’de Afrika Sineması’na dram hatta melodram perspektifinden bakılmasını mümkün kılmakta. Afrika Sineması’nın ‘özgün’ politik ve estetik açıdan referans niteliği taşıyan, değerli filmlerinin izlenmesi ve tartışmaya açılması, Türkiye’de sinema yayıncılığı yapan entelektüellerin sahip oldukları vizyon ve özgünlük arayışıyla alakalı. Türkiye’nin dramlar üzerinden kıtayı betimlemeye çalışması, Afrika okumasından kaynaklanmıyor. Afrika Sineması’nın bilgisi de diğer müktesebatlar gibi Batı’yla kurulan ilişkinin prizmaya düşen yansısı üzerinden anlaşılıyor. Dolayısıyla Türkiye’de festivaller kapsamında gösterime giren Afrika filmleri, öncelikle Batı festivallerinde gösterim programından alınan filmler olarak ajandalara not ediliyor. Doğrudan bir araştırma ya da bir tercih sözkonusu değil. Hâliyle, Batı kriterlerinin de daha çok ‘trajik’ olaylar üzerinden Afrika’yı alımlama gayretiyle kıta, gündemimizde bu şekilde var oluyor.

HÜSEYİN GÖKÇE

Etiketler: