
İki tarz-ı liberalizm
BURAK BİLGEHAN ÖZPEK* / Bir insanın rızası olmadan bir eylemi yapmaya veya yapmamaya zorlanması, bunu bir insanın ya da devletin yapması fark etmeksizin ahlak dışıdır.
Günümüz Türkiye’sinin mevcut siyasi sürecini, liberal perspektiften analiz etmeye çalışan iki farklı ekolden bahsedebiliriz. Birincisi, özgürlük konusuna doğal haklar noktasından temas eder ve bütün insanların doğuştan gelen haklara sahip olduğunu savunur. Bu haklara sahip olmanın ilk koşulu ise bir mülkiyet sahibi olmaktır ve her birey bir vücut ile doğarak aslında mülkiyet sahibidir. Bugün bahsedilen birçok hak ve özgürlük bu ön kabulden türemiştir. İfade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, haber alma özgürlüğü gibi kavramlar, bireylerin kendi iradeleri ve tercihleri sonucu ortaya çıkan eylemlerdir. Liberalizm, bu özgürlüklerin devlet dâhil hiçbir otorite tarafından ihlal edilemeyeceğini savunur. Zira, devlet bir ihtiyacın sonucu ortaya çıkmıştır, yani yapaydır ama bu durum devletin keyfî davranmasını gerektirmez. Eğer devlet, bireylerin doğal haklarına tecavüz ederse meşruluğunu yitirir ve keyfî davranmış olur. Zira, insanlar için ahlaki olmayan bir eylem devlet yapınca aniden ahlaki bir hâl almaz. Yani bir insanın rızası olmadan bir eylemi yapmaya veya yapmamaya zorlanması, bunu bir insanın ya da devletin yapması fark etmeksizin ahlak dışıdır.
Burada ahlak kelimesini bilinçli olarak kullanıyorum. Çünkü bu yaklaşım için, haklar ve özgürlüklerin ürettikleri faydadan bağımsız olarak kendi başına ahlaki bir meşruluğu ya vardır ya da yoktur. Dolayısıyla, bu haklar tarihî bir tecrübe sonucunda daha faydalı olduğuna inanıldığı için ortaya çıkmamıştır. Diğer bir deyişle, çıkış noktası olarak “doğal haklar”dan hareket eden bir filozof, ideal ve evrensel bir hak ve özgürlük tanımı yapar ve karşılaştığı vakaları bu çerçeveden analiz eder.
Öte yandan, ikinci ekole göre siyasal özgürlüklerin ahlaki bir anlam taşıyabilmesi için toplumsal faydaya mutlaka hizmet etmesi gerekir. Yani, haklar ve özgürlüklere sahip olmanın üreteceği fayda, onların kategorik bir ahlaki zemini olmasından daha önemlidir. Bu görüşe göre her birey kendi faydasını maksimize etmek ister ve onların seçtikleri hükümet bir toplumda ortaya çıkabilecek maksimum faydanın vücut bulmuş hâlidir. Ne var ki, bu yaklaşım aynı zamanda, hak ve özgürlüklerin kullanımının, toplam faydayı olumsuz yönde etkilemeye başladığı zaman ihlal edilebileceğini ve onların ahlaki bir dokunulmazlıkları olmadığını da içermektedir. Dolayısıyla, toplumda daha fazla insanın fayda elde edebilmesi için, azınlıkta olan insanların temel haklarının ihlal edilebilmesine de kapı aralar. Bu durumda faydacı bir liberale göre, toplam faydayı temsil eden bir hükümetin azınlıkta olanların doğal hakları ihlal etmesinin özgürlük durumu ile çelişen bir tarafı yoktur.
Bu kamplaşma, Türkiye siyasetinin günlük meseleleri yorumlanırken kendisini iyiden iyiye belli etmektedir. Doğal haklar üzerinden argüman geliştiren liberaller, hükümetin medya üzerindeki kontrolünü, ifade hürriyeti ihlallerini, şeffaflığını yitiren kamu harcamalarını ve gittikçe soyut ve sorgulanamaz hâle getirilen devlet kültünü, bireylerin özel alanlarına yönelik saldırganca bir ihlal olarak kabul etmektedir. Dolayısıyla, onlar günümüz uygulamalarına bakar, Türkiye’nin mevcut durumunu evrensel ilkelerle ve bu ilkelere riayet eden ülkelerle kıyaslar ve ortaya çıkan farkı eleştiririler. Onlara göre AKP hükümetinin meşru olması kaç vatandaş tarafından desteklenmesi ve kaç vatandaşı mutlu etmesinden çok, her bir bireyin doğal hakkına duyduğu saygıya bağlıdır. Aksi takdirde, AKP hükümetinin bir çoğunluk tiranlığından farkı kalmayacaktır.
Diğer yandan, faydacı liberaller için durum biraz daha karmaşıktır çünkü onların vurgulamaları gereken iki nokta vardır. Birincisi AKP’nin halkın çoğunluğu tarafından desteklendiği ve maksimum faydayı temsil ettiğidir. Bunu yapmak çok kolaydır zira seçim sonuçları ortadadır. İkincisi ise, AKP’nin bu faydayı temsil ederken ihlal ettiği doğal hakların toplam faydayı korumak gibi gerekçesi olduğudur. Bunun için, faydacı liberallerin tercih ettiği yöntem, AKP hükümetini tek başına değerlendirmek yerine diğer aktörlerle karşılaştırmalı olarak ele almaktır. Bu durum, faydacı liberallerin, AKP’nin en özgürlükçü aktör olduğuna dair kanaatlerinin desteklenmesi için diğer siyasi parti ve aktörlerin tam anlamıyla birer özgürlük düşmanı olarak değerlendirmesini gerekli kılar. Bunun için, 1930’lu yıllardan bir tek parti dönemi uygulaması her an kullanılmak ve CHP’yi tanımlamak için hazırda tutulur. Bunun için, Kabataş saldırısı yalanı hiç sorgulanmadan kabul edilir ve AKP’yi protesto eden herkes büyük bir aceleyle üstü çıplak, deri elbiseli, barbar ve saldırgan olarak tanımlanır. Bunun için, Demirtaş’ın yükselişinden tehdit algılanır algılanmaz PKK’nın bir terör örgütü olduğu akıllara gelir. Ve yine belki bunun için, savunmasız bir insanın odasında saldırıya uğraması ve katledilmesi, bütün muhalefeti şiddet ile özdeşleştirmek ve AKP’nin biricik özgürlükçü aktör olduğunun altını çizmek için bir fırsat olarak görülür. Günün sonunda, onlar için, AKP dışındaki aktörler, özgürlük kavramından o kadar uzaktırlar ki, bir liberal için geriye sadece AKP’yi destekleme opsiyonu kalır ve bu tercih hem toplam faydayı sağlayacak kadar rasyonel hem de özgürlük kavramını muhafaza edecek kadar ahlaki gözükür ve eleştiriler bertaraf edilir.
Her iki görüşü de yansıttıktan sonra, kendi sübjektif görüşlerimi hiç işin içine katmadan sadece bazı sorular sormak ve yazımı bu şekilde bitirmek isterim. Acaba CHP’nin özgürlükçü ve evrensel insan haklarıyla barışık bir politika izlemesi mi içinde yaşadığımız toplum için daha faydalıdır yoksa 1930’ların otoriter devlet anlayışını benimseyen ulusalcılıkla devam etmesi mi? Toplumumuz, Gezi protestolarına katılanların hiç kimseye zarar vermemesinden mi daha kazançlı çıkar yoksa yüzbinlerce insanın deri elbiseleriyle gördükleri her başörtülü kadına saldırmalarından mı? Bizler için iyi olan Türkiye Kürtlerinin radikal, silahlı ve izole bir yapı etrafında kümelenmesi midir yoksa bütün ülke için demokratikleşme talep eden meşru bir siyasi parti tarafından temsil edilmesi midir? Merhum savcımız Mehmet Selim Kiraz’ın faillerinin bir avuç terörist olması mı yoksa AKP’ye muhalefet eden herkesin fail gösterilmesi mi toplumumuz için daha faydalıdır? Bu sorular önemlidir çünkü vereceğiniz cevap, bir faydacı liberal bile olsanız, sizin bireylerin toplam faydasını mı yoksa iktidar namzedi olan bir partinin siyasi ikbalini mi düşündüğünüzün cevabıdır aynı zamanda.
*Doç., TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten ulaşabilirsiniz: