Çarşamba , 27 Mayıs 2015
Anasayfa » Her Taraf » Bir fotoğraftan geriye kalanlar
Bir fotoğraftan geriye kalanlar

Bir fotoğraftan geriye kalanlar

KORHAN GÜMÜŞ- KAMU TARAFI/ Fotoğrafta bize bakan insanların olduğu bu Büyükada’nın deniz kenarındaki evde, bu nezih ve mutlu hayatın iç mekânlarında kendisini kolayca ele vermeyen, gizlenen bir hüzün var. Aradan bir asırdan fazla geçmiş olsa da hâlâ ne olduğunu anlamamızı bekliyor gibiler…

 

Büyükadalı X ailesi. Bir yerlerde bu aileyi tanıyan kişilerin bulunacağını tahmin ediyoruz. Evleri, köşkleri hatırı sayılır bir yapı. Kıyafetleri, eşyaları, yaşantıları hakkında bir fikir veren fotoğraf(*) zengin kişiler olduklarını gösteriyor. Muhtemelen levanten bir aile. Ne işle uğraşırlardı? Hangi dilde konuşurlardı? Ne yerlerdi, ne içerlerdi? Nelerden hoşlanırlardı? Bunları tam bilemesek bile tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Asıl mesele ne oldukları. Ne zaman, nereye gittiler ve nasıl kayboldular?

 

Sahildeki aile”, “tavla partisi” ve “kahve keyfi” başlıklı diğer fotoğrafları da görünce, bu mekânın hâlâ mevcudiyetini değil ama adını koruyan “Kumsal” olduğunu tahmin ettim. Büyükada’da deniz kenarında bir düzlük… başka neresi olabilirdi ki? Kumsal, tıpkı geçmişte olduğu gibi Büyükada’nın yeniden inşaata açıldığı dönemde molozlarla doldurulmuştu ama fotoğraftaki kıyı çizgisi izlerinden gayet iyi belli oluyordu. Tahminim doğru çıktı. Binayı sanki elimle koymuş gibi buldum. Ayrıca binanın hâlâ yerinde duran pencere parmaklıkları da önemli bir ipucuydu.

 

Bu değerli yapı ve deniz kenarındaki bir arazi nasıl olmuştu da metruklaşmıştı? Bu hemen, ilk akla gelen soru. Bu sorunun cevabını bulmaya çalıştığımızda belki “X Ailesi”nin ne olduğunun, ne yaptığının ve nasıl yok olduğunun bilgisine de ulaşma ihtimalimiz olabilir. Evin bulunduğu yere gitmeden, dün akşam bir şeyler karalıyordum, fotoğraftaki iç mekânlar ve eşyalarla ilgili. Başka bir ülkeden, başka bir dünyadan bize sesleniyor gibiler. Yıkıntıyı görünce bu duygu bende daha da pekişti. Sanki uzak mesafeden bakıldığında insanlar da diğer canlılar gibi evleri ile bir bütün ve doku oluşturan yaratıklar ve bu gördüğüm de bir iskelet, deniz kabuğu gibi bir kalıntı.

 

Korhan Gümüş yazısı için-1Bu harap binadan bir “tarih kokusu” alanlar olabilir. Nitekim ben de bu yapıyı da yıllardır görüyordum ve zamanın etkileri ile bu hâle geldiğini düşünüyordum. Oysa çağdaşı birçok ahşap yapı pırıl pırıl ayakta. Defalarca önünden geçtiğim bu yıkıntı hiçbir zaman şimdi yaşadığım gibi duygular uyandırmamıştı. Fotoğrafları gördükten sonra duygularım tamamen değişti. Kendimi bir rüyanın içinde gibi hissettim. Gelmiş geçmiş bütün tanıdıklarımı, aile büyüklerimi, kendi çocukluğumu düşündüm. Geçmiş sahiden bir rüya mı? Yoksa şimdi mi rüya görüyorum? Sanki fotoğrafta gördüklerimin de gerçek olduğundan emin değilim. Fotoğrafta bize bakan insanların olduğu bu Büyükada’nın deniz kenarındaki evde, bu nezih ve mutlu hayatın iç mekânlarında kendisini kolayca ele vermeyen, gizlenen bir hüzün var. Bugün yok oldukları için değil yalnızca. Başka bir şeyler: Kendilerine özgüveni olan, görgülü ve yaşamayı bilen, birbirini seven insanların arkalarında gizledikleri bir şeyler. Sanki bize onu söylemek için fotoğraflarda hiç bıkmadan, bize yalvarır gibi duruyorlar. Aradan bir asırdan fazla geçmiş olsa da hâlâ ne olduğunu anlamamızı bekliyor gibiler. Ne olduğunu bize söylemek için sanki bugünü beklemişler.

 

Mekânlarda kitsche varan bu narin, neo-artizanal yaşam çevresi bize neyi anlatmaya çalışıyor? Bu dünya bugünkü zenginler gibi kapalı alanlara izole oldu, kendisini yenileyemedi. Yalnızca bu kozmopolit dünyanın yerini milli bir kamusal alan aldığı için mi? Yoksa kendi kendisini özel alana kapatmıştı? Bu izole olma meselesini güvenlik mi gerektirdi, yoksa ticaret burjuvazisinin kendi tercihleri mi? Belki de farkında bile olmadan kendi küçük, mutlu, nezih dünyalarına kendi kendilerini kapandılar. Kulüpler, kafeler, sahildeki restoranlar… bunlar ne ölçüde bir kamusal alandı? Zor bir konu. Cumhuriyet döneminde bu seçkinlerin yerini başkaları alıyor. Hattâ bu dönüşüm İTC ile başlıyor.

 

Günümüzle bu fotoğraftaki yaşantıyı ayıran şeyin ne olduğunu düşünürken bunun cevabının yalnızca bir dönemselleştirme, zamanın ruhu, yani “tarih” olmadığını fark edebiliriz. Dünyamız ile bu dünyayı ayıran, mesafeyi oluşturan yalnızca “tarih”ten çok benzerlik. Özneler değişmiş ama ilişki değişmemiş.

 

İç mekânlara baktığınızda karşınıza çıkan eşyaların çoğu bayağılık seviyesinde süslü ve çoğu hazır Korhan Gümüş yazısı için-2üretim. 1900’lerin başı tam da bu sanayileşme ve geleneğin taklit yoluyla yaşatılmasının zirvede olduğu tarihler.

 

Günümüzde Adalar’ın hafızası bir bakıma bu yok oluşun ötesine geçmiş, bu durumu açığa çıkarmış değil. Bu hafıza bir bakıma turistik işlevlerle, emlak pazarlamayla, inşaat işleriyle yaşadığı varsayılan fosil bir kalıntı (“neoklasik dönemin bir kalıntısı”) olma hâli. “Herkes sevdiğini yok eder” deyişi misali gayet tutarlı ve kalıcı kendi kendisinin yok edicisi olma arzusu. Bu fotoğraftan geriye ne kaldı? İnsanlar mı? Mekânlar mı? Bu fotoğraftan geriye kalan özneler değil, mekân değil, yalnızca arzu.

 

Fotoğrafta görülenler ve görülmeyenler sürekli yer değiştirmekte. Bu yüzden fotoğraf yalnızca bir şeyleri göstermekle kalmıyor, bir perde gibi arkasındakileri gizliyor. Eğer fotoğraf bu görüntünün arkasında yalnızca süslü mekânlar, eşyalar nesneler olmadığını, çalışanlar, hizmetçiler, aşçılar, hamallar, sütçüler… gibi insanlar olduğunu göstermeye çalışsaydı bu değişim, dönüşüm böyle olmayabilirdi. Hafıza silinmeler, sessizlikler, kazınmalar yerine özgür ve eşitlikçi bir biçimde gelişebilirdi. Bu fotoğraflara bakılarak şu sorulabilir: Adalar’daki yaşam çevresi ve sosyal doku acaba var olduğu biçimiyle kalmaya, yani kendi kendisini yok etmeye mahkûm mudur? Yoksa, iyimser bir bakışla, kendisini yenileme fırsatı yaratabilecek, sorunlarını teşhis edebilecek, dönüştürmek için enerji sağlayabilecek bir potansiyeli bulunmakta mıdır? Bu soru birçok yerleşim alanı gibi Adalar’ın da karşılaştığı, baş edilmesi için çaba gösterilmesi gereken zorlu bir durumu, hayati bir sorunu dile getirir.

 

(*) 1903 yılına ait fotoğraf: İstanbul Fransız Anadolu Araştırmaları Arşivi

[email protected]

 

Etiketler: